2011-04-27 15:00:00
TAMARA, YAĞMUR VE SEN
Nisandı… kızıl bir akşamüstüydü. Ağustos’un en nazlı yüreğiyle halaya durmuştu Van. Nazlıydı, narindi… Oysa maviye kapalıydı evrenin kocaman yüreği. Halaya durmuştu gökyüzü. Erek Dağı’nın en sıcak görüntüsüydü sanki Edremit Yakamozlar’ı. Oysa yıldızlar, bir bir sönüyordu. Sen sönüyordun.
Bütün kapılar karanlığa açıldı ardına kadar. Ve bütün ışıkları da söndü Van’ın. Önce Hacıbekir’in sokaklarından geçip, çıplak ayaklı çocuklara sordum seni. Her zamanki gibi kırık taşlarla “arabacılık” oynuyordu çocuklar. Uzakta kaldım bir süre. Sonra bütün çocuklar halaya durdu.
Hani çocuklar sevdaya durmuştu! İkimizin yeri bomboştu. Bu yüzden garipti şimdi sevdaları çocukların. Seni sordu Gülbahar; inan sözlerim de bomboştu. Ayşe ile işlediğiniz mendil de, Dilan’ın elinden düştü. İlk kez, evet ilk kez sokaklar, sanki demir parmaklı bir hücre olmuştu.
Uzaktım, hem sana, hem de mavinin en sıcak yüreğine. Halaydaki çocukların arasından hızlıca uzaklaşıverdim, belki hiçliğin Nietszche “Sürüsü”ne. Upuzun sokaklarda nasıl koşmak istediysem seninle, öylece koştum. Düşünsene, Hacıbekir’in bütün kalabalığı sanki birden kaybolmuştu. Hangi yöne baksam, hangi dağa tırmansam? Hangi uçurumun kıyısında kollarımı açsam? Oy rüzgarın nazlı gülüşü! Seni kimlere sorsam?
Bütün insanlar kaybolmuştu. Ne omuzum kimseye çarpıyordu, ne de üç tekerlekli bisiklet sahipleri, onlara yol vermem için ıslık çalıyordu. Hey fırtına saçlım, şimdi Artos yalnız kaldı. Usulca eğdi başını ve dizlerimin üstüne akıttı gözyaşlarını. Saçlarını okşadım, okşadım. Ve …… ben de ağladım.
Çölemerikten haberler geliyor ardı ardına. Benimse Balaban’da kaldı bir yanım. Bir yanım Süphan’ın kıyısında. Şimdi Cumhuriyet Caddesi’nin yol ayırımındayım. Sana mendil satan Küçük Zeyno çıkıveriyor karşıma, aynı sokağın başında. Mendil uzatmadan seni soruyor. Başımı ufuğa kaldırıp, “yayla kokulu” türküyü mırıldandığımda, Zeyno kendi selpağını açıyor. Hem kendisinin, hem benim, hem de ufuğun gözyaşlarını nazlıca siliyor.
Gelmedin… “Birazdan” dedim Rıza’ya, gelmedin yine. Bu kez benden söylememi istiyor H. Heci’nin şarkılarını. Boğazıma baldıran kokusu siniyor sanki. Hiç olmadığı kadar büyük bir özlemle bakıyorum dört bir yanıma. Ve usulca seyiriyorum Zeyno’nun ve Rıza’nın yanından.
Senin çiğköfte satın aldığın yerden geçiyorum şimdi. Bir süre duruşunu düşlüyorum. Ve senin ilk el sallayışını hatırlıyorum, gülerken. Hey rüzgarın nazlı duruşu! Nasıl da dalgalıydı saçların. Şimdi aynı yerden yine sallıyorsun ellerini. Yine saçıyorsun dost gülüşlerini. Ben gökyüzünün mavisinden seni arıyorken, Deli Nazif’in omuzuma dokunuşuyla, önce irkiliyorum, sonra hiç olmadığı kadar sıkıca sarılıyorum Deli Nazif’e. “Gökyüzü ağlıyor!...” Annelerin kutsal yüreği gibi, gökyüzünün de yüreği yanıyor. Yağmur üşüyor, kar üşüyor, boran üşüyor. Üşüme, bir ısırgan otu gibi bütün evreni kuşatıyor. Hey Tamara gülüşlüm! Şimdi bütün evren üşüyor. Avuçlarını üfleyen bir çocuk gibi, Erek Dağı da yumulmuş, avuçlarını üflüyor.
Güneş bir başka doğacak sanki. Sanki kalabalık grupların içinden çıkıp geleceksin bir gün. Olur ya, dünyanın en güzel çiçeklerini, Zagros’un minnacık gülüşlerinden koparıp getirdim ve Vandaki bütün seyyar satıcılarına dağıttım. Florya Çiçekçilik’in camekanında şimdi en sevdiğin çiçekler duruyor. Sanki bir gün yeniden saçacaksın dost gülüşlerini.
Kapalı Çarşı’nın girişindeki tatlıcı da seni soruyor mavilik. Bütün kasetçilerde senin sevdiğin şarkılar söyleniyor. Rus Pazarı’nın girişine takılıyor bakışlarım. Senin en sevdiğin giysilerini giyen birini görünce, Kapalı Çarşı’nın merdivenlerinden yuvarlanıyorum sanki. Sallanıyorum ve birine çarpıyor omuzum. Bir süre bakışıyoruz. Sonra sana sarılmanın özlemiyle, sarılmak istiyorum o birine. Oysa alnımı üşüten soğuk bir rüzgar esiyor birden. Hafifçe gülümsüyorum. Yada gülümsüyor gibi yapıyorum ve usulca uzaklaşıyorum yüreğinden.
Şimdi titreyerek üşüyorum. Oysa hiç üşümezdim İskele’nin dar geçitlerinde. Dişlerim birbirine çarpıyorken, kebapçı Hasan Dayı’nın lokantasına girişinde buluyorum kendimi. Her zamanki yemeği istiyorum afacan Mülayim’den. “Suyu bol olsun” diyemiyorum toprak bakışlım. Mülayim gelmeden hızla uzaklaşıyorum İskele’nin mavi şafağından.
Yörem’de en sevdiğin şarkıyı söyletiyorum Zozan’a Sonra Yol Kafe’nin ahşap sehpasına kuruyorum satranç takımını. Ah sanki “uğurlama” beni uğurluyor sessiz sokakların çığılıksız köşelerine. Gülistan oluyorsun masum çocuk bahçelerinde. Ey Ayazlar şarkım, ey yağmurun minik yüreği” mavinin neresinde saklısın sen?
Nisandı… Şemdinli’den ters lale getirecektim sana. Biraz da kaçak tütün. Yine ilkbahar geliyor. Bebleşin’deki kamyonların hepsi ters lale taşıyor. Van sokaklarına. Önce Hacıbekir’deki çocuklar dağıtacak maviye. Sonra Zeyno ile Rıza, en güzel giysilerini giyinip, Tamara’nın saçlarına takacak, dünyanın en güzel öpücüğünü. Maviler fışkıracak Artostan. Ve ilhamını Süphan’ın yüreğinden aldığımız bir masal söyleyeceğiz seninle, Berçelan gecelerinde. Mavi hep gülecek. Ağlarken de gülecek.