Yazarlar

MEBİT

AĞUSTOS KIZI : DİLAN

AĞUSTOS KIZI : DİLAN

Abone Ol

2012-07-07 15:00:00

 

AĞUSTOS KIZI : DİLAN

 

Akşamdı...Yağmur yağıyordu. Ortalığı inleten gök gürültüsünden başka her şey susuyordu. Karanlık ürkütüyordu. Ve Dilan ağlıyordu. Bir süre susuyordu herşey. Sonra yağmur diniyordu, güneş doğuyordu ve herşey konuşur oluyordu. Gözler Dilan’ı arıyordu. Oysa gecenin tam ortasında salmışlardı Dilan’ı, görünmez kentlerin ötesine.Yalnızca fırtınalar tuttu elinden.Ne kimse çığlıklarını duydu,ne de ayrılırken sessiz bir gülücükle el sallayan çocukları gördü kimse.

Akşamdı...Oy rüzgarın nazlı gülüşü, seni nereye sürdüler? Kırılmış bir kentin neresinde kaybettim seni? Şimdi hangi metropolün hangi otobüs durağında arayayım seni?

Ay doğarken küskündü yine dün gece. Sen gittikten sonra,ne zaman doğduysa dudaklarını büküyor. Oysa halay zılgıtlarıyla doğuyordu sen varken. Mevsimler de küstü Dilan. Sonbaharlar erken gelir oldu, kışlar da uzun sürer oldu. Bir sen yoksun yağmur sonrasındaki toprak sevdam. Bir sen yoksun. Seni nereye sürdüler?

Ne zaman bahar gelse,döneceğini bekliyorum Dilan. Ne zaman yağmur yağsa,seninle oturduğumuz gibi oturuyorum köy meydanına bakan pencerenin ardında. Ve seninle saydığımız gibi saymaya başlıyorum yağmur damlalarını. Azıcık gülüyorum. Sonra senin,en son yağmurdan üç yıl önce yağmura karıştığını anımsıyorum. Ey ağustosların kızı, ey Tamara yüreklim, seni nereye sürdüler?

Yıllarca aradım seni Dilan. Neredeyse ülkemin bütün çocuklarına sordum seni. Oysa çocuklara şimdi sensiz anlatıyorum masallarımı. Hepsi seni soruyor. Yarın diyorum çocuklarıma. Yarın,yarın...Oysa kaç yüz yarın geçti Dilan? Her tan kızıllığında daha bir güzel doğuyor şafak,sen geleceksin diye.

Hey sevda türküm benim. Sinyar da öldü. Son nefesinde bile seni sayıklıyordu Süleyman. Süphan yetim kaldı. Sen gittikten sonra nasıl yetim kaldıysa bütün çocuklar, o da yetim kaldı. Meryem sana bir öpücük bıraktı giderken. Xemé onu koynunda saklıyordu. Ama o da öldü. Şimdi senin dönüşünde yanımda kimler olacak Dilan? Sabri de artık türkü söylemiyor. Bir başıma nasıl taşıyabilirim bütün çelenkleri? Ey türkü kokulum, ey Şapatan hasretim, seni nereye sürdüler?

Hani baharın ilk gününde reyhan ekecektin toprağıma Dilan. Hani kolkola çıkacaktık yaylalara. Dağlarım ağloyor, baksana. Artık mayınlar patlamıyor. Bombalar da sustu. Çoban ateşleri yine aydınlatır oldu geceyi. Ateşlerin etrafında yoksun. Dağlar da seni soruyor. Seni soruyor yayla çimenleri ağustos kızı. Hep rüzgar essin istiyordun,saçlarını açarken. Şimdi senin gibi çıkıyorum Misal’ın en yüksek dağına. Senin gibi açıyorum iki yana kollarımı,göğsümü rüzgara veriyorum. Hep esmesini istediğin gibi esiyor rüzgar. Hadi koş fırtına saçlım. Rüzgar seni bekliyor. Hadi koş,koş...

Bir zamanlar gece karanlığında,ayak seslerinden uyanıp,usulca yıldızlara sığındığımız gecelerde,hiç ardına bakmadan ve uzanıp gökyüzünden yıldızlar kopararak koşanlar gibi koş. Ve olabildiğince aç kollarını. Zağros’un kıyısında,ilk gelincik çiçeğini görürken koştuğumuz gibi koş. Aç kollarını ki,bütün eylül gelinleri sarılsın sana,sıkıca. Bütün eylül çocukları halaya dursun boylu boyunca. Şimdi hasret ekiyorum toprağına memleketimin. Agit ile Berfin’in mayına düştüğü çeşmenin yanıbaşındayım. Azıcık suya eğildiğimde,bakışlarını görüyorum destan gülüşlüm. Govend Dağı’nın ardından uzatıyorsun ellerini, Julya gibi. Sonra bérivanlar içinde Meryemxan oluyorsun. Ey Zağros bakışlım,seni nereye sürdüler?

 

Seni nereye sürdüler?

Böyle mi açacaktı çiçekler Dilan? Pespembe bulutlar çıktığında,ömür sevimli yar olduğunda,goncalar bahar emzirdiğinde,suskun mu kalacaktı dudakların? Köy meydanlarında türkü türkü bağıran,halaylarda halay başında duran,nazlı fidanım böyle mahzun mu olacaktı? Koskoca bir dünya Dilan, koskoca bir dünya kaldı geriye. Her bir çocuk bir bahar kucaklamakta. Öylesine tenha,öylesine güzel akıyor ki yayla suları... ne çok isterdim gölgenle dahi sımsıkı sarılmayı. Ne çok isterdim tozlu yolun kenarından kopardığım bir çiçeği saçlarına takmayı.

 

Böyle mi açacaktı çiçekler Dilan?

 

Koca yürekli Bekir, koca yüreğim Bekir, koca iradem Bekir, böyle mi sürülecekti?

Ağlatma şarkılarımı Dilan. Üzme şiirlerimi. Yıldızlar usulca uzanırken yeryüzüne,bir öpücük kondur gözyaşlarıma. Bazen üşüyorum,çiyanlar dolaşıyor damarlarımda. Adını bile yazamıyorum şiirlerime. Metropollerin gürültüsünde saklısın sanki. Bu yüzden en kalabalık sokakların duvarlarına yazıyorum ismini. Hangi bedbaht geceye sorsam,gülüp geçiyor. Sabahlara karşı gittiğimiz çorbacı lokantasının buğulu camına bile çizdim resmini. Oysa yoksun metropol zımbırtısı dünyanın avucunda.

 

Ey toprak bakışlım,seni nereye sürdüler?

Eyşo da evlendi Dilan.Tıpkı sen gittiğin günkü gibi yağmurun yağdığı bir akşam üstünde istediler onu. Memo’nun sana papatya uzatırken göğsünden vurulduğu yerde öğrendim Eyşo’nun verildiğini. Artık biraz daha genişliyor evren. Eyşo’nun düğününde gözlerine sürme çekmişti memleketim. Tıpkı senin gibi kıras-fistan giymişti. Ama Eyşo ağlamıştı. Halayların bir ucundan gizlice baktığı gibi bakmıştı bana.

 

Ve sürmeleri yanaklarına akmıştı.

Birazcık kına bırakmıştı sana,giderken. Bütün şarkılarımızın ellerine yaktım,gelincik yüreklim. Biraz da Hacer’in saçlarına...

 

Ey Sarya tiyatrosunda isyan bayrağım, ey gelincik yüreklim, seni nerede kaybettim.Seni hangi gökkuşağının hangi rengine, hangi bulutun yağmuruna, hangi şarkının mısrasına, hangi çabanın kavalına, hangi dağın yamacına gömdüler? Seni hangi kuşun yuvasına sürdüler?

Şahinin rüzgarı hissettiği gibi hissediyorum kokunu Dilan. Senin en sevdiğin kara lastiklerden giydirdim çocuklarıma. Mıhemedo da var, Kırivo da...

 

Ülkemin en sevdiğin yerinde durduk halayımıza. Halayda yerin hazır eylül gülüşlüm. Hadi koş,koş...

  • Etiketler :
  • Van Haber