2013-06-26 15:00:00
2001 yılıydı. Bölgenin nabzını ölçmek ve incelemelerde bulunmak üzere ABD den gelen bir heyet, gezilerinin son gününde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde kısa süreli bir panel düzenlemişlerdi.
O sırada Final sınavlarımız vardı ve bölümden hocalarımızın da teşvikiyle bu panele birkaç arkadaş katılmıştık. ABD’li heyet, Van’ın ve ülkemizin güzelliklerini saymış, uzun yıllara dayanan dostluğumuzu ve müttefikliğimizi övgüyle anlatmıştı. Daha sonra heyet başkanı, yanında bulunan tercüman vasıtasıyla panel sonunda sorularımızı almak istedi. Soru soran birkaç arkadaşımızdan sonra bendenizde bir soru sormuştum heyet başkanına. Sorum aynen şu idi:
- ABD ile olan müttefikliğimizden övgüyle bahsettiniz. Bunda haklılık payınız var. Fakat eksik söylediniz. Nedense bu müttefikliğimiz hep tek taraflı olarak zuhur ediyor. Örneğin 1991 deki körfez savaşında ülkemiz bir müttefik olarak hep yanınızda oldu. Siz savaşarak 60 milyar dolar harcadınız. Biz ise savaşmadan 40 milyar doların üzerinde bedel ödedik. O savaş sonunda Irak’la olan sınır ticaretimiz bitme noktasına geldi. Keza İran, ülkemizi bu savaşın bir tarafı olarak gördüğü için olsa gerek, ticaret hacmini ve ilişkilerini durdurma noktasına getirdi. Bunların yanında, savaş sonrası alınan Irak’a ambargo kararı nedeniyle de bu zararımız neredeyse 100 milyar dolara ulaşmıştır.
Şu an bölgedeki işsizlik ve kaos ortamı tamamen körfez savaşının bir yansımasıdır. Artık ABD’nin her defasında övgüyle söz ettiği bir müttefik olmak istemiyoruz. Olacaksa müttefik bir ülke ilişkimiz, ABD’nin somut adımlar atması gerekir. Bölgedeki temaslarınızdan da anlamışsınızdır. Bu bölge yatırıma aç. Ben ve bu salondaki arkadaşlarımız okulumuzu bitirmek üzereyiz ama istihdam umudumuz son derece az. Ve 2. Körfez savaşının eşiğindeyiz. Bunu açıkça söylemek gerekirse bu sefer ülkemiz müttefiklik gereği size destek verecek olursa dahi iki kez düşünecektir… Diyerek sözlerimi bitirmiştim.
Salonda bu beklenmedik soru ve özetleyici analiz karşısında soğuk rüzgârlar esmişti. Bazı katılımcıların beni destekleyici tavırları ve mimiklerini de gözlemiştim gerçi. Sorumu cevaplamak üzere önce kibarca bir teşekkür eden heyet başkanı, uzun uzadıya gülümser bir yüz ifadesiyle çoğu zamanda bana bakarak tercümana cevabını aktarmıştı. Başkanın bana cevabı şuydu;
-Biz eyalet sistemiyle yönetilen bir ülkeyiz. Bizim asla iş adamlarımıza gidin Türkiye’de yatırım yapın deme şansımız ya da ülke olarak buralara doğrudan yatırım yapma durumumuz yoktur, ancak tavsiye edebiliriz… Diyerek cevaplamıştı. Panel benim sorumla son bulmuştu ve çıkışta heyet başkanı benim elimi sıkmış, tercümanı aracılığıyla kısa bir süre sohbet ederek beni tanımaya çalışmış ve kartını bana vermişti…
Bunları sizlerle paylaşmamın sebebi şu; 2001 den beri ülkemizde ve dünyada çok şeyler değişti. O panelden kısa bir süre sonra ABD’de 11 Eylül saldırıları patlak vermiş, hemen ardından ABD 2.
Körfez savaşını başlatmıştı. Türkiye tezkere kriziyle eş zamanlı olarak meydana gelen yaklaşımla ABD’ye en azından 1. Körfez savaşının izlerini unutmadığı için destekte biraz çekimser kalmıştı.
Zaman zaman gerilen ilişkilerimiz olsa da ABD yinede en büyük müttefikimiz olarak bugün büyük umutlar beslediğimiz çözüm sürecini destekleyerek, müttefikini bu zorlu süreçte yalnız bırakmamayı seçmiş durumda. Geçmişteki kararsız ve pasif politikalarını da terk eden ABD, geçtiğimiz günlerde Van’ı ziyaret eden Büyükelçi Ricciardone ile birlikte yatırım sinyalleri de vermeye başladı. Sanırım yakın zamanda ABD’den bir yatırımcı heyet, Van’ı ziyaret edecek. Büyükelçi Ricciardone, ‘‘çözüm sürecinin başarısını görmek istiyoruz, çözümü desteklemek için, yatırımı desteklemek için Van’a geldik’’ diyordu.
Bana sorarsanız bu konuşma, 2001’e göre ABD’nin temelde Türkiye, özelde bölgeye bakışının, en azından yaklaşımının çok daha özenli ve yapıcı hale dönüştüğünü gösteriyor. Ülkemizle ABD’nin birbiriyle olan ilişkilerini bir kenara bırakalım. Beni asıl ilgilendiren ve umutlandıran kısmı ise şu; Büyükelçinin Akdamar’ı ziyareti ve ‘‘herkes tereddütsüz gelsin, çok cazip bir yer, huzur var, barış var misafirperverlik var’’ diyerek dünya kamuoyuna verdiği olumlu mesajlardı.
Milyon dolarlar harcasanız Van’ın reklamı için bu kadar etkili olamazdı. İşte bu rüzgârı iyi yakalamalıyız, zira Büyükelçinin söylediği başka şeylerde vardı. Mesela, ‘‘Ermeniler açısından da çok önemli bir yer ve turizm bakımından da büyük bir potansiyel görüyoruz’’ diyerek adanın tarihi öneminin yanında, etnik ve dini misyonunu da hatırlatmış oluyordu…
Büyükelçinin görevi ve statüsü itibariyle Van hakkındaki sözleri kuşkusuz ABD ve onun etkili olduğu finansal lobisinin önemli cemaatlerinde dikkat çekeceği malumdur. Ayrıca çözüm sürecinin de etkisiyle turizme fazlasıyla umut bağlamış Van’da, bir türlü tam olarak hayata geçirilemeyen İnanç Turizmine de bir ivme katacağından hiç şüphem yok.
Yıllar önce kaçırdığımız bir treni tekrar yakalamak an meselesi. 1993 yılında Turizm Bakanlığınca, İnanç Turizminin geliştirilmesi amacıyla başlatılan çalışmalar kapsamında, öncelikle üç büyük dinin günümüze kadar ulaşan eserlerin ve ibadet yerlerinin envanteri hazırlanmış belirli ve önemli merkezlerin tespiti yapılmıştı.
Bu proje kapsamında çeşitli bakanlıklarla ilgili kamu kurum ve kuruluşların temsilcilerinden oluşan bir komite kurulmuştu ve inanç turizmi açısından önemli olan dokuz adet merkez belirlemişti.
Maalesef Van bu 9 merkezin içinde yoktu. Oysa asırlar boyu birbirinden farklı inançlara sahip birçok medeniyeti bağrından çıkaran Van’da, o engin hoşgörü kültürü arasında İslamiyet’e ait eserlerin yanı sıra birçok kilise ve mabetlerinde yer almasına imkân tanımıştır. İslami açıdan eski Van şehrinde bulunan Kayacelebi ve Hüsrevpaşa camileri, adeta açık hava müzesini andıran Gevaş’taki Selçuklu mimarisini tüm ihtişamıyla yansıtan Celme Hatun Kümbeti ve Selçuklu mezarlığı ile İzzettin Şir Camisi, Erciş’teki Aliyar Kümbeti de Karakoyunlular devrinden kalma İslami eserler olarak dimdik ayaktalar...
Yeniden restore edilerek turizme kazandırılan Akdamar kilisesi ise dini yönden önemi bulunan Anadolu’daki birçok inanç turizmi merkezlerine göre ulaşımı kolay bir noktada bulunuyor. Akdamar Kilisesi, yüksek ziyaretçi potansiyeli, Sanat Tarihi ve Mimari özelliği nedeniyle kültürel bir miras olarak elimizdeyken, en az onun kadar değerli Çarpanak Kilisesi’de tez elden eski ihtişamına kavuşturulmalıdır. Van çevresine yayılmış köylerde bulunan tarihi öneme haiz kiliseleri saymıyorum bile.
Tüm bu zenginliğimize rağmen, hala adamakıllı Seyahat Acentaları tarafından bu mekanların tur programlarına dahil edilememesi çok üzücüdür.
Bu bağlamda Büyükelçinin davetkâr sözleri, Van’ın eksik kalan İnanç Turizmi ayağının tamamlanması yönüyle bir milat olmalıdır. Turistlerin özel ilgileri sonucunda oluşan inanç turizmini, senede bir gün Eylül ayında Akdamar’a sıkıştırmadan sürdürülebilir bir turizm hareketi sağlanmalıdır. Çünkü inanç turizminin, senenin 12 ayında yapılabilirliği vardır. Bunun için, yukarıda saymaya çalıştığım Van’da mevcut olan inanç turizmi arz kaynaklarını, belli plan ve politikalar çerçevesinde değerlendirmek bu kentin en önemli turizm hedefi olmalıdır.