2014-05-07 15:00:00
Çocuk…
Yaratılanların en masum olanı…
En tatlı yaşam yüzü…
Doğanın bize armağan ettiği en güzel şey…
Günahsız, savunmasız, suçsuz ve en pozitif varlık…
Irkı ve cinsiyeti ne olursa olsun, sevilebilecek bir varlık. Dövülmemesi, küfredilmemesi, hakaret edilmemesi gereken varlık. Haksızlık yapılmaması ve dışlanmaması gereken varlık.
Ama Türkiye"de böyle değil.
Türkiye’de çocuklar katlediliyor, sakat bırakılıyor, yetim bırakılıyor, sokaklarda yaşatılıyor, ölüme terk ediliyor…
Evet, nüfusu kalabalık bir ülkede yaşıyoruz. Her türlü olayl karşılaşmamız mümkün. Ama sosyal devlet anlayışı, bu ülkede uygulanan devlet anlayışı değil. Devlet, ne olursa olsun yurttaşlarını korumak, kollamak ve geliştirmek zorundadır.
Son zamanlarda çocuk cinayetleri konuşuluyor. Ama sadece konuşuluyor. Ne yazık ki bu hayatın en masum varlıkları olan çocuklar da, bu ülkede olan biten her şey gibi,sadece başlarına bir şey gelince hatırlanıyor. O da birkaç günlüğüne.
Böylesi durumlarda herkes ahkam kesiyor. En vahşi, en zalim kişiler bile çıkıp adalet sevdalısı kesiliyor. Ama son derece samimiyetten uzak ve çok kısa sürede unutulan bir “adalet” oluyor bu.
Tartışma, cinayet işleyenlere uygulanması gereken cezaya kilitlenmiş durumda. Peki yeni cinayetlerin olmaması için devlet ne yapıyor? Sokaklarda yaşayan çocukları kazanmak için nasıl önlem alınıyor? Her köşe başında dilenen, her trafik ışıklarında ölümle dans eden, her kaldırım taşında mendil satan çocuklar için devlet ne yapıyor? Dilenen annesinin kucağında her dakika ve günlerce uyutulan çocuk için devlet ne yapıyor? Artık kullanma yaşı 6’ya düşen uyuşturucu batağından kurtarmak için devlet ne yapıyor? Aile şiddetine maruz kalan çocuklar için devlet ne yapıyor? Fuhuş batağına sürüklenen, porno kurbanı yapılan çocuklar için devlet ne yapıyor?
Hepsini bir kenara bırakın, devletin kendisinin öldürdüğü çocuklar için ne yapılıyor?
Duydunuz mu bilmiyorum, Siirt’teki fuhuş olayları ortaya çıktığında, bir veli valiliğe dilekçe verir. “Falan okulda fuhuş yapılıyor” der. Valinin verdiği yanıt tüyler ürperticidir: “Çocuklar taş atacaklarına, okulda fuhuş yapsınlar daha iyi.” Bundan daha büyük bir ayıp, daha büyük bir sorumsuzluk, daha büyük bir duyarsızlık olabilir mi? Düşünebiliyor musunuz, bir ilin bir numaralı yetkilisi. İlin başarısı, güvenliği, ekonomisi, sağlığı ve namusu ondan sorulur. Ama gelin görün ki ilin namusu emin ellerde değil.
Zaten Türkiye’de en temel sorunlardan biri de bu. Yöneticiler çok fazla yetkiyle donatılıyor ama görevleri az. Bu yüzden yöneticiler lider olamıyorlar. Halkları kucaklayabilecek evrensel bir yaşam değerini benimsetemiyorlar. Koltuk sevdalısı insanları başa getiren sistem, kokuşmuş ve çağı geçmiş bir anlayışı yaşatmaktan öteye geçemez. Oysa yönetici olabilen kişi, lider ruhlu olabilen ve zor zamanlarda ülkeyi refaha götürebilecek çözümler üretebilen kişi olmalıdır.
Bir baba düşünün, evinin hiçbir sorununu çözemeyen bir baba. Çocuklarına şefkat göstermeyen, onları her fırsatta cezalandıran, negatif enerji yüklü bir baba. O ailede hiç huzur olabilir mi?
Cezaevinden bir arkadaşım söylüyordu: Her dakika başı çocukların çığlıklarını duymak, çok büyük bir işkence diyor. Çocukların çığlıkları, cezaevlerine bile girdi.
Hakkari sokaklarında gözaltına alınmak için sürüklenen çocuğun çığlıklarını duymayan bir Türkiye nasıl iflah olabilir? Ağzı bantla kapatılmış çocuğun kolundan çıkan kemik seslerini insan olan biri nasıl unutabilir? O çocuğun bakışlarını hangi vicdan kendisini sorgulamadan yaşayabilir?
Hayır, bu ülke, çocukların çığlıklarına kulaklarını tıkayan bir insan yığınından ibaret olmamalı. Bu ülke, okullarda fuhuşa sürüklenen çocukların sorunlarına duyarsız kalan bir yöneticinin vicdanına bırakılmamalı. Bu ülkenin cennetinden, güzelliklerinden bahseden yöneticiler, bunu ülkenin bütün köşelerindeki yurttaşları için istemeli. Çünkü bu ülkede yaşamak, on yıllardır yapıldığı gibi, bir zulüm olmaktan çıkmalıdır artık.
Ben bu ülkenin bir yurttaşı olarak, kendimi daha güvende hissedebileceğim, canımı ve malımı rahatlıkla koruyabileceğine inandığım yöneticiler görmek istiyorum artık. Bırakın bu ülkenin çocukları da güvensinler size. O çocuklar bizlerin geleceği. Onların yokuşların tırmanışı, ezgilerin sesidirler. Onlar kavganın lideri, şarkıların besteleridirler. Bırakın şahlansın onlar. Bu ülkenin geleceği için yanıp tutuşan bu çocukları kucaklayın artık. Onları sevin; çünkü onların ırkı, cinsiyeti, dili, rengi yoktur. Onlar halkların masum değerlerini yeşerten kocaman bir halktırlar. Onlarla kardeşlik şarkıları haykıracağız. Onlarla dalga dalga yayılacağız mavi dünyaya. Çünkü onlar, yıllar önce Denizler’in darağacında haykırdığı gibi haykırmak istiyorlar tüm dünyaya:
“Bizler bu ülkeyi, uğrunda ölümü göze alabilecek kadar sevdik.”