2015-07-23 15:00:00
Uçağın tekerlekleri piste değinceye kadar, göle iniş yaptığımızı düşünen yanımdaki Bursalı arkadaşım, Ferit Melen Havalimanı tabelasını görünce rahatlamıştı. Uçağın merdivenlerinden inerken, Tuşba’nın kızgın güneşi karşılamıştı bizi tüm sıcaklığıyla.
Güneş gözlüklerimizi takıp, insanın içini şenlendiren bu yoğun ışığın tadını çıkarmaya başladık. Zira bu yıl hem Yalova hem de Bursa’da, güneş kendini göstermekte çok nazlıydı. Saat 10’u bulmuştu ve ben uzun zamandır görmediğim sevgilime kavuşmuşçasına uzaktan uzağa, içten içe Van’ı süzüyordum. Ne kadar da değişmişti. Kiraladığımız araçla hiç vakit kaybeden yanımdaki arkadaşımın da Van’la ilgili merak ettiği ilk tat olan meşhur ‘‘Van Kahvaltısını’’ tatmak üzere merkeze doğru yola koyulduk. Yol boyunca depremin izlerini seyrettiğim memleketimde hüzünlere dalmışken, yanımdaki arkadaşımın, ‘‘aa! Tabelada İran yazıyor’’ cümlesiyle kendime gelmiştim. İki nisan kavşağındaydık ve Hakkari, İran yazan tabela Bursa’lı arkadaşımı şok etmişti. Evet, Van aynı zamanda 100 km’ yi aşkın, kesintisiz bir kara sınırıyla Türkiye’yi İran’a bağlayan bir serhat şehri, ama ilk şok olan sen değilsin dedim.
Yıllar önce Vanspor 1. ligdeyken Beşiktaş Teknik Direktörü Daum, Van’a maç için geldiğinde, bu İran tabelasını görünce, aynı şoku yaşamış ve bunu anılarında gazetecilere anlatmıştı. Yine 2004 yılında İstanbul’dan gelen bir arkadaşımı Van otogarından karşılamaya gittiğimde, simsarların otobüslerden inen yolculara hadi, İran’a İran, İran… İran yolcusu kalmasın… Demelerini duyan İstanbullu arkadaşım; ‘‘Yav sanki İran, Van’ın bir ilçesi, şoke oldum’’ demişti. Evet, kentimiz doğunun hinterlandı en geniş, en yoğun olan nadide yörelerinden biri. Her ne kadar kıymetini bilmesek, farkında olmasak ta... Neyse, İran şokunu atlatır atlatmaz, yıkılan binaların enkazları ve henüz yıkılmamış olanların korkutucu görüntüleri eşliğinde, müzenin arkasına kadar geldik. Fakat otomobilimizi par etmek üzereyken, kahvaltıcımızın İskele caddesine taşınmış olduğunu çevre esnaftan duyuyoruz. Yusuf Konak’ın İskele caddesindeki yeni yerinde Bursalı arkadaşımı misafir ediyordum. Artık bir tescilli markaya dönüşmüş, hakiki bir sofrada, kahvaltı ziyafetine, adeta bir brunch keyfine gark oluyorduk. Bir yandan masadaki kavut, murtuğa ve cacığın özelliklerini anlatırken diğer taraftan afiyetle özlediğim tatları mideye indirmenin keyfini yaşıyordum. Güzel bir işe imza atmış olan gerek mekân ve gerekse etrafımızda dört dönen ekibiyle, Harun Konak bu işi layıkıyla götürüyor diyebilirim.
Tabi, Van’da bulunma sebebimiz başkaydı. Kahvaltının ardından, esas gelme amacımız olan, ceviz yetiştiriciliği adına güzel bir projeye imza atmış Adilcevaz’ı görmek üzere yola koyulduk. Mezun olduğum YYÜ kampüsünün özellikle yeni araştırma hastanesiyle bayağı bir değiştiğini ve bizim zamanımızdaki çorak haline göre daha bir yeşillendiğini görmek sevindiriciydi. Mesleğim itibariyle ve yanımdaki arkadaşımın da aynı zamanda bir ceviz üreticisi olması nedeniyle, yol boyunca en çokta tarımsal yapılar ve faaliyetler dikkatimizi çekiyordu. Eski ziraat okulu arazisine kurulu meyve bahçesi ve modern sulama ekipmanlarıyla donatılmış, yem bitkileri ekili geniş araziler, organize hayvancılık projesinin tuttuğunu ve bir hayli yol aldığını gösteriyordu. Derken Bend-i Mahi çayına vardık. Mevsim itibariyle en yoğun göçün yaşandığı zamana denk gelmemiz büyük bir şanstı. Arkadaşım bir kez daha şaşkınlık içerisinde bu görsel, endemik şöleni izliyordu. ‘‘Daha çok şaşıracaksın bu eşsiz coğrafyada’’ deyip, takılıyorum kendisine. Ve Erciş. Yeşillikler içerisinde, yüz binin üzerinde nüfus olduğunu söylüyorum, inanamıyor. Deprem sonrası kurulan modern Erciş’i teğet geçip, Adilcevaz’a doğru devam ediyoruz. Pusların ardından, yaklaştıkça daha da belirginleşen Süphan Dağı, tüm ihtişamıyla karşımızda duruyordu.
Bu güzelliği seyrederek, sonunda Adilcevaz’a ulaştık. Bizi oraya davet eden ve bu projenin de öcülerinden olan, ortak arkadaşımız Suat Bey’le birlikte soluğu Belediye Başkanının makamında alıyoruz. Gelen kıtlama çayımızı yudumlarken, açılan sohbette cevizin Adilcevaz’la nasıl bütünleştiğini ilçenin adının nerden geldiğini ve cevizin ilçenin kültüründe ne kadar da yer ettiğini bir çırpıda anlatıyorlar bize. Sevindirici olan, artık bu nadide bitkinin tescili yolunda Doğu Anadolu Kalkınma Ajansına sunulan projeyle, markalaşması adına önemli bir girişimin başladığını duymaktı. Esasen Van Gölü havzasının en önemli ve en yüksek gelir getirici bitkisi cevizdir. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi en kısa sürede Adilcevaz, Gevaş, Çatak ve Bahçesaray cevizlerinin de bir an önce tesciline başvurulup bunları ülke meyveciliğimize kazandırmalı, çiftçimize asırlar boyu servet edinmelerini ve sonraki nesillere bu kültür varlığımızı taşımalıyız…
Vakit kaybetmeden ilçedeki ceviz üreticilerini dolaşıp, üretimle ilgili sorunlarını dinlemeye ve önerilerimizi sunmaya koyulduk. Kaymakamlık ve Belediyenin destek verdiği üretim seralarında, bölgeye uygun niteliklerde alt yapı kurulmaya başlanmış. Tabi, eski alışkanlıklar ve inanışlar yüzünden Türkiye’nin yoğun ceviz üretimi yapılan her yerinde olduğu gibi burada da aşılı ceviz yetiştirmekle ilgili benzer sıkıntıları tespit ettik. Yöre insanı, meyvesini iyi bildikleri ağaçlardan aldıkları cevizleri dikip, çimlendirip, büyütüp fidan diyerek satıyor. Oysa ceviz bitkisi dikogami gösterdiğinden yani yabancıyla döllendiğinden dikip çimlendirdiğiniz meyve hiçbir zaman aldığınız ağacın özelliklerini taşımayacaktır. Bu nedenle, cevizde çoğaltma mutlaka aşılamak suretiyle elde edilir diyoruz. Bu yöndeki çabalara şahit olduğumuz için umutla ayrılıyoruz seralardan. İlçedeki Selçuklu eserlerini, camilerini dolaşıp adeta tarihte bir yolculuk yapıyoruz. Ertesi gün örnek bir kapama ceviz bahçesi tesisinin temelini atıyoruz. Sonra Van Gölü etrafındaki yolculuğumuza, Bursa’lı arkadaşımın ‘‘ ne harika yerler burası, tıpkı Ege’nin sahil kasabalarına benziyor’’ sözlerinin eşliğinde bu sefer Ahlat’la devam ediyoruz.
Selçukluların turkuaz renkli bayrağını Van Gölü’nün bu sularından aldığını anlatıyorum ona. Van Gölü de, sanki bize nazire yaparcasına, mavinin bin bir türlü tonunu, yol boyunca sergiliyordu. Tarih kokan Ahlat’ın mezarlıkları ve kümbetlerini göz ucuyla süzüp Adabağ yarımadası kenarından, Tatvan’a ilerliyoruz. Gözümüze uşkun ilişiyor. Arkadaşım meraklı gözlerle ne olduğunu incelerken, ben birini muz gibi soyarak tatması için uzatıyorum ‘‘ işte bu da bizim muzumuz, yayla muzu uşkunumuz’’ diyorum. Tereddütle bir ısırık alıp, sonra satıcıya dönüp 5 kilo sarar mısın? Diyor, kahkahayla…
Yol boyu uşkun ziyafeti çekerek, eşsiz güzellikteki Nemrut Dağının eteğinde kurulu bu güzelim ilçeyi de geride bırakıp Gevaş’a doğru ilerliyoruz. Modern tünel ve nitelikli yollardan geçerek Gevaş’a ulaşıyoruz. Ve tabi, Akdamar Adasının karşısında bir hatıra fotoğrafı da çekmeyi ihmal etmiyoruz. Gel gör ki, Celme Hatun Kümbeti’nin yanına yapılan o çirkin yurt binasına sövmekten, Artos’un yüzünü göremeden hızla geçiyoruz bu turistik ilçemizden.
Güzel Edremit…
Arkadaşım şaşkın, doğuda olduğuna inanamıyor. Aracı park ediyoruz ve nefis manzaranın, tadını çıkarıyoruz. Gölün sodalı kokusunu içimize çekip, adeta kendimizden geçiyoruz. Bulunduğumuz yerden havaalanına inen uçakları izleyen arkadaşım, neden panik olduğunu anlatıyor heyecanla, bak diyor, neredeyse göle sıfır iniyorlar haksız mıyım? Derken gülüyoruz ve 94 yılında Edremit Kıztaşı mevkiinde düşen uçakta ölenleri, bir kez daha rahmetle anıyorduk. Toki konutları, özel kolejler, spor tesisleri, birbirinden lüks villalarla dolu Yeniköy ve İhtisas hastanesi civarı. gerçekten göz alıcı bir siluete bürünmüş. Fakat sahil için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İrili ufaklı, büfe benzeri kaçak barakalar veya süslü mekânlara ruhsat verenlerin vicdanı rahat mı? Sahi! Dillere destan bir Kocaeli-Van dostluk parkı vardı bir zamanlar, ne oldu ona? Diye de kendi kendime sormadan edemedim doğrusu…
Şehir merkezinde hızlıca bir tur atıp, konuğumla beraber hasret kaldığım etin tadına doymak için uğradığımız kebapçıdan çıkışta, kıtlama çay içmek için aradığım koçeronun mekânını da bulamadım maalesef…
Uçak havalanınca ağzımızda mayhoş uşkun tadı, aklımızda ise Van’ın tam bir kaosa dönmüş şehir içi trafiği kalmıştı. Biraz daha oyalanmış olsaydık, uçağa kesinlikle yetişemeyecektik. Van’a gelenlerin artık trafiği de hesaba katarak seyahatlerini ona göre ayarlamaları gerekiyor. ‘‘Doğaya ve tarihe doyup, adeta zamanda yolculuk yaptım. En çok ta damak tadıma enfes lezzetler kattığın için çok teşekkür ederim’’. Diyen, fanatik Bursasporlu arkadaşıma, yol boyunca 1994 -95 sezonunda Bursaspor’u 2-0 yendiğimiz Vanspor’un o hızlı günlerini ve o maçta ağırladığımız Bursa taraftarının da aynı kendi tattığı güzel duygularıyla, buradan yolladığımızı anlatıyorum. Gözlerim dalıyor, düşünüyorum. O zamanki Van, bir rüya mıydı