2015-12-16 15:00:00
Bir öğle vakti, tam da güneşin ‘ben buradayım’ diye bas bas bağırdığı, insanların suya en fazla susadığı anda, tüm bahaneleri yutup geride sadece samimiyet bırakacak bir tufan kopsa! Son kez ‘Gelin binin şu gemiye!’ diye haykırsam ve ‘Dağa sığınırım!’ diyen kimseler olmasa…
Ne kadar da güzel bir umut, ne kadar güzel bir hayal.
Bir sabah uyansam, etrafımda onlarca dertli insan görsem, dertten yanan ve neredeyse kl olacak onlarca insan! ‘Neredesin! Seni bekliyoruz kaç zamandır!’ deseler ve düşseler önüme susamış halde. Attığım her adımda Allah’a hamd etsem, ne kadar şükretsem de yeterli gelmediğinin farkındalığında….
Ah! Bunlar hep sabır, bunlar hep umut. Bunlar hep dua…
İnsanoğlu bahaneci. Bahane retmekten yorulmuyor insanoğlu. Bir davası var insanların. Hak veya batl. Herkesin uğruna mücadele etttiği bir davası… batıl, davasında samimi, sadık ve çalışkan. Davası uğruna gece-gündüz, gizli –açık mücdeleye devam ediyor. Hak yolunda olduğunu iddia eden bizler ise davamızda pasif, durgun ve ciddiyetsiziz. Ne gecemizi-gücümüzü harcıyoruz ne de gizliden-açıktan kılımızı kıpırdatıyoruz.
Peki ne olacak bu durum? Kim nereye varacak? Bizler bu bahanelerden ne zaman kurtulacağız? Put edindiğimiz ve bir türlü balta vurmaya kıyamadığımız şu bahane putumuzdan ne zaman vazgeçeceğiz?
Bitmeyen bahanelerimiz aslında bize Musa’nın (as) kavmini hatırlatıyor. Musa’nın kavmine bir sığır kesmeleri emredildiğinde; kavmi sığırı kesmek istemediği için bahaneler üretip duruyorlardı.
Sığır nasıldır? Rengi nedir? Biz onu çözemedik, bize onu tanımla! Gibi bahaneler ileri sürerek sığırı kesmekten kaçınmaya çalışıyorlardı. Kur’an’ın dediği gibi; o kadar bahane ürettiler ki neredeyse kesmeyeceklerdi ve kesmedikleri için de neredeyse başlarına felaket gelecekti .
İşte insanoğlunun bahaneciğili azaba bu yaklaşacak kadar ileri düzeyde. Bahane üretmede sınır tanımayan insanoğlu yapmak istemediği her işe bir kılıf uydurmayı beceriyordu. Hiçbir geçerli mazeret olmadığı halde insan kaçmaktan hiç yorulmuyor.
Biran önce bahanecilik, ciddiyetsizlik hastalığımıza bir çare bulmalıyız. Aksi halde bizden önceki kavimlerin başlarına gelen helakların bizim de başımıza gelmeyeceğine dair hiçbir garantimiz yok. Yapmamak için kırk dereden su getirdiğimiz işlerimizin aslında önem ve mahiyetini biliyoruz ama işimize gelmediği için elimize bir türlü balta alamıyoruz. Kıramıyoruz bu putumuzu. Önceliklerimizi hattırlayamıyor ya da bilerek uygulamıyoruz.
Lütfen elimize bir balta alalım, bahanelerimizin boynunu uçuralım biran önce. Yoksa bahanelerimiz felaketimiz olacak.
Dedim ya az önce mısralarımda; bunlar hep dua, bunlar hep umut. Ben önce kendi nefsim için Allah’tan yardım istiyorum, bende de eğer ileri süreceğim bir bahane varsa veya içimde gizli kalmış bir samimiyetsizlik varsa; Rabbim onu benden ebediyyen alsın ve bana her daim elimde taşıyacağım ve gerektiği anda bahanelerimin boynuna geçireceğim bir balt versin. Bu balta elimde olduğu sürece Rabbim, müşterilerimi –dertli müşterilerimi- benden esirgemesin ve beni onlarda mahrum bırakmasın. Beni müşterisizlik ile, beni dertsizlikle ve beni suskunlukla immtihan etmesin.
Hep birlikte sabırla, namazla, duayla ve samimiyetle yürüyeceğimiz bol müşteri duasıyla….
Bahanelerimiz, Mina’da yatıracağımız İsmail’lerimiz olmaya adaysa eğer, Rabim kurbanımızı kabul buyursun!