Gözlerden doğan bir güneştir tebessüm, ışığını yürekten alır ve enerji yayar etrafa. Söylemek istediğimiz her şeyin bir başlangıcı olur bazen, bazen de söyleyemediklerimize tercüman olur.
Hüzne kur yapan nazlı bir sevgili olur, dokunur en hassas dertlere. İlaç olur, vitamin olur, şifa olur da yazılır gönül reçetesine… Gülmeyi bilmeyen yaşamayı bilmez elbet, lezzet almaz küçük mutluluklardan, hayatın pembe rengini sürmez yüzüne. Suretinin astarı tebessüm olmayan, beceremez gülmeyi ve güldürmeyi.
Tam da bu noktada başlar gülümsemenin güzelliği,”gül ki gülsün yüzüm “der şair ve ekler;
Gül ki; gülsün yüzü kalbimin
Gül ki; erisin buzları yüreğimin
Gülüşünden çiçekler açsın yüzümde
Tarifi olsun gülüşü, hislerimin…
Tebessümden bahsederken harf harf gülümseyen cümleler, kucak açar şiirlere ve şiirler yazılır gülümseyen gözlere… Demem o ki; tebessüm mutluluğa maya çalan sihirli bir iksir olur, dokunduğu yürekte bereketlenir ve tohumlar serper sevgiye dair.
Başımıza gelen talihsizliklere, eyvallah diyebilmenin resmi olur tebessüm. Hale razı olabilmenin rızasını imzalar, pozitif enerji yayar etrafa gülen yüzler.
Otobüste hiç tanımadığımız birine tebessüm etmek neredeyse yadırganır oldu, caddelerde yürüyen asık yüzler, birbirini tanımayan komşular, samimiyetsiz muhabbetler de başka bir boyutu; ozon tabakasına zararın. Oysa”tebessüm sadakadır” sözüyle bizlere en kıymetli tebessümleri ikram eden Peygamberimizin ümmeti değil miyiz biz?
“Verecek hiçbir şeyiniz yoksa insanlara tebessüm etmeniz de, bir sadakadır” ne uzun, ne anlamlı, ne kıymetli bir cümle. Alıp parantezler içine, yüreğimizin başköşesine, sadece büyük harflerle yazılmayı değil adeta kazınmayı hak ediyor.
Belki de etrafımızda; bize ikram edilen sayısızca güzelliği görebiliyor olmamızın şükrü, denizin pırıl pırıl mavisinden gözlerimize sürülen bir teşekkür bakışlarımıza. Kulaklarımızın pasını silen, her sese bir karşılık; sükûnetle…
Güler yüz; güller açmış bir bahçe gibidir. Seyredenlere bulaşır güzelliği, yüze değen bir aydınlık olur ve aydınlatır ışığından nasiplileri.
Siz hiç günün beyazlara boyandığı, gökyüzünün masmavi gözlerini açtığı, uykudan uyandığı, sabahın en güzel vaktinde gülümsediniz mi bulutlara? Günaydın dediniz mi? hoş geldin dediniz mi? sizin için doğan güneşe… Etrafı izlediniz mi tebessümle, tüm ihtişamıyla kudretini gözler önüne seren, gözlerimizi zengin eyleyen yüceler yücesine hamd edebildiniz mi hayranlıkla. O ki; her mevsim ayrı bir renkle süsledi, ayrı bir lezzetle ikram etti bize bu eşsiz güzelliği.
Yemyeşil bahçelerin arasına; güller damlattı rengârenk, laleler serpiştirdi, sümbüller, karanfiller, papatyalar, türlü türü meyveler… Sonra; tazecik sebzelerle kombine etti yeşillerini. Yetmedi pencerelerimizin kenarlarına menekşeler açtırdı, onlara dokunabilmemiz için eller verdi bize. Sevebilmemiz için yürek verdi.
Dinlenebilmemiz için geceyi lütfetti, uyku denen nimetle bizi dinlendirdi. Uykusu kaçanlar için yıldızlar serpiştirdi karanlığa, nurundan bulaşsın diye ay ile dokundu geceye.
Gel de; gülümseme, gel de bilme bütün bu ikramların lezzetini, gel de teşekkür etme… Gülümsemek için bunca sebebin içinde bir de ödül verdi, gülümseyenlere. Sevap hanesini gülücüklerle doldurdu, gülümsetenlerin. Gel de; öpme şükürlerinle dualarını, yüzünü tebessümlerle süsleme…
Gülümsemeyi; sadece “Gülümseyin; çekiyorum” dediklerinde değil, yüzümüzü negatif enerjisinden yıkayan bir su gibi, ömrümüze dâhil etmeyi bilmek temennisi ile…”Gülümseyin; çekiyorum”