2016-04-25 15:00:00
90’lı yılların, başı örtülü, lacivertlere boyalı, biraz mahzun, biraz yaralı, ezilen, horlanan, aşağılanan, küçümsenen, bazılarının gözleriyle koruma altına alıp; bazılarının ise gözleriyle itilip kakılan bir kalbin sesi bu…
Doğrusunu söylemek gerekirse, seçim benim değildi. İmam hatip mezunu bir babanın; asla ısrar etmeden, o naif üslubuyla durumu izahının neticesiydi, tercihim.
O dönemler, bahçeleri güllerle süslü, bereketli imam hatip yılları; öyle ki okula sınavla kayıt olunabiliyordu. Alfabenin hemen her harfinden nasipli sınıflar, okulun her bir yanı dolu. Evine hayli uzak Tuzla İmam Hatip, annesinin elinden tutup, okul kıyafetine burun kıvıran; sürekli eşarbını düzeltmeye çalışan, halinden memnuniyetsiz minik bir kız… Yol boyu kararını sorgulayan ve pişmanlıkla karışık hisler. Taa ki okul civarı ve bahçesinde, gördüğü kalabalığa kadar. İnsan tanımasa da, aynı kıyafeti giyinen yaşıtlarını görünce yüzü gülüyor.
Beni en çok kıymetli okul müdürümüz Zeki Şeker’in;”Çiçekler en çok uyumlu olduğu yerde ve toprakta açar, sizler bu okulun kıymetli çiçeklerisiniz, yerinizin ve toprağınızın değerini bilin” sözleri etkiledi. Kendimi okuluma ait hissetmenin mutluluğuyla; o vakte kadar, her hissi yalnızca göz temasıyla konuştum anneme mutluluğumu dile getirmeye başlamıştım bile.
Coşkuyla, mutlulukla ve gururla; İstiklal Marşını okuyup sınıflarımıza geçtik. Kalbim dilinden döküyordu adeta enerjisini. Okul derslerimiz nasıl da sevimli gelmişti bana; Kuranı Kerim, Arapça, İngilizce, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Siyer-i Nebi… Ve bunların haricinde, diğer okullarda görülen ortak dersler. O an kendimi bambaşka bir dünyanın, şanslı bir bireyi olduğunu hissettim. Farklı dersler, kendimi ayrıcalıklı hissettirdi bana.
“İmam hatipliyim” diyebilme mutluluğunda, benim de payım varmış meğer. Meğer “Selam İmam hatiplim” ezgisinin muhatabı olabilmenin tebessümü, benim de yüzümde çizilecekmiş. Erkek hocalarımız Cuma namazına gittiğinde, hazırladığımız “cuma programları” lezzetini sürebilecekmişim kalbime. O uzun teneffüslerin muhabbeti, yüreğimde unutulmaz hatıralar yazacakmış. Kuran-ı Kerim dersinde, ezber verirken hissettiğim, o korkuyla harmanlanmış heyecanın tadını bilecekmişim. Ders kitaplarımın arasında; en kıymetli Kuran-ı Kerim kitabı, hep en üstte, en güzel kaplı, en sevdiğim gül yapraklarıyla sayfalarını süslediğim, kıymetlim olacakmış meğer. Daha o yaşta bilecekmişim ki; Kuran-ı Kerim’in, Rabbimizin bize lütfettiği en eşsiz, emanet olduğunu. Pür dikkat dinlediğim Arapça derslerinde, hep bir gün Arapça öğretmeni olabilme hayalimin resmini çizecekmişim; gözlerimin önüne. Ve ben tefsir derslerinde doyuracakmışım, yüreğimin acıkan köşelerini. Gözü yaşlı dinlediğim siyer derslerinden, nakışlar işleyecekmişim gönlümde, güller Sulatanı Efendimize dair.
Kandil programlarında, ilahi grubu ekibinde olmak başıma gelen en güzel şeymiş, birbirinden güzel ilahilerle sesimize güzellik sürmek ve kalbimize bulaştırabilmek nasibimizmiş. Biz; yaşımız büyüdükçe, sevgisi yüreğimizde büyüyen o değerli sevdayı, omuzlarımızda taşıyabilmenin gururunu nefes bilecekmişiz, en zor zamanlarımızda bile. O sevdayla pişirecekmişiz; duruşumuzu, ideallerimizi, hayallerimizi ve kimliğimizi.
Sonra üzerimize gelen koyu renkli bulutlarda, ne olursa olsun, hiç umudumuzu kaybetmemeyi bilecekmişiz.”Biz”;bizliğin ne demek olduğunu en çok da o günlerde öğrenecekmişiz, halkalarımızı birbirinden ayırmaya çalışanlara karşı; hep birbirine kenetlenmiş bir hal ile seslenebilecekmişiz.
En çok dışlandığımız yıllarda; sabır vitamini ile dolduracakmışız yüreklerimizi ve “BU SEVDA BİTMEZ” sloganıyla yola devam edecekmişiz. Önümüze çıkan engellerin, elbet bir feraha çıkacak inancıyla, dik durmayı bilmiş başımız.
Şükürler olsun, imam hatipte okumayı anlımıza yazan Rabbimize, hamdüsenalar olsun sonsuz kere. O; ne kıymetli bir yazıdır ki, silmek isteyen onca kişiye, onca güçlüğe rağmen silinemedi. Ve Rabbim, imam hatipli bir yiğit ile yönetilmeyi bize nasip etti.
Lise yılları, imam hatip sevdasının teras katıdır adeta. Her şey yerli yerine oturmuş, amaç belli, duruş belli, yol belli, dava belli. Geçenlerde; mezun olduğum, PENDİK İMAM HATİP LİSESİ’NİN vasıtasıyla katıldığım,”Kariyer Günleri” adlı toplantıda, imam hatip yıllarına ait hasretimin penceresi açıldı. Bu hisleri gönlümde tazeleyen, PİHMED Mezunlar Derneği Başkanımız SÜLEYMAN KÖSE, sağ olsun beni imam hatip yıllarına geri götürdü. Konuşurken, karşımda beni dinleyen talebelerin gözlerinin içinde kendimi gördüm, o bakışlar hiç de yabancı değildi. Yüreğimin lise yıllarına ait tüm hatıraları uyandı, geri dönmek istediğim yıllara adım attım, bir nebzede olsa. Milyonlarca teşekkürlerle karışmış o buruk mutluluk, sayısız “iyi ki” lerle imzalar attı kalbime. Rabbime şükürler yağdı yüreğimin en nazik köşelerinden.
Bir sevdadır imam hatip; giden bilir. Yüreğin en nazlı, en masum, en şefkat kulu rengidir; okuyan bilir. Ayrıcalıktır, kapısından çeri adım atan bilir. Bir şarkıdır; anonim… Bir şiirdir, gönüllerden yazılan… Bir hayattır; defalarca ölümle burun buruna gelip de,”HALA YAŞIYORUM, YIKILMADIM, AYAKTAYIM” diyebilmektir… Selam olsun; tozunu yutan, gönül veren, hizmet eden, kıymetinden nasiplenen, kıymetli yüreklere…