2017-01-12 15:00:00
Artık elektrikli su ısıtıcılarımız evlerimizden hiç eksik olmuyor. Elektrikleri iyi bir yerdeyseniz problem yok. Ancak bizim kentimiz gibi elektriği resmen zulüm olan bir yerde iseniz sanırım biz tamircilere biraz para vermeniz gerekecek.
Peki ya elektrikler iyi olduğu ve ısıtıcılarınız da sağlam olduğu halde tamircilerin yanından çıkamıyorsanız, buna ne dersiniz? Biz, bu gibi kişilere ‘Takıntılı’ kişiler diyoruz. Çünkü gerçekten getirdikleri üründe hiçbir arıza yok fakat onlar arıza çıkabilme ihtimalini düşündüklerinden dolayı daha arıza yokken bile takılmaya başlıyorlar. Semaveri alıp tamir etmek için bırakıyorsunuz masanın üstüne. Başlıyorsunuz tamire ama önce ne olur ne olmaz diye bir deneyelim diyorsunuz ve fişi takıyorsunuz. Takınca semaverin çalıştığını görüyorsunuz ama olur ya belki içte bir kopukluk vardır düşüncesiyle söküyorsunuz komple. Semaverde bir arıza yok. Ne kadar kontrol ederseniz edin, arıza olmayınca yapacağınız bir şey kalmıyor. Sökülmüş semaveri güzel, düzenli ve iz bırakmadan topluyorsunuz ve müşteriyi arıyorsunuz gelip semaverini alması için. “Ürününüzde hiçbir arıza yok!” Dediğinizde sizi söylediğinize pişman ediyor müşteri. “Ne demek sağlam? Boşuna mı taşıdım buraya kadar bu semaveri?” Gibi sözlerle hemen çıkışır size. “Ama ürününüz sağlam, sağlam olan bir ürüne nasıl bir işlem yapabiliriz ki?” Hemen olumsuz bir cevap daha: “Sağlamsa neden getirdim buraya?” Bu sözler maalesef ki hep sizinle olur eğer bir ürüne sağlam raporu verdiyseniz. İstediğiniz kadar konuşun karşı taraf onu kabullenmez. Çünkü onu taşıyıp servise kadar getirmiştir, zahmet çekmiştir size getirene kadar. Canı/eli/beli acıdığı için sizin sağlam raporunuzu ne görür ne kabullenir.
Fişi kendisinin takıp denemesini istersiniz, takar çalıştığını görür fakat yine tatmin olmamıştır. Yine alır kontrol edersiniz saatlerce takılı kalır ama nafile, yine arıza yok! Tekrar çağırır sağlam olduğunu söylersiniz, gelir ve kabullenmeye hiçbir şey şekilde yanaşmaz müşteri! Peki, ne yapalım siz söyleyin! Diye müşteriye sorarsanız eğer hemen size “Bunu firmaya gönderin de bana yenisi gelsin!” der. “Tamam!” dersiniz. “Ürünü firmaya yollayacağız” deyip müşteriyi evine gönderirsiniz. Müşteri yeni bir ürün alacağı yani sıkıldığı ve takıntı haline getirdiği eski ürününden kurtulacağı sevinciyle oradan ayrılır. Eğer iyi bir tamirciyseniz, söktüğünüz üründe hiçbir iz bırakmadıysanız bu sizin için iyi bir fırsattır. Çünkü siz müşteriye “Firmaya gidecek!” dediğiniz ürünü aslında firmaya göndermiyorsunuz. Müşterinin takıntılı durumu karşısında böyle bir mecburiyet yaşıyorsunuz. Yani onun bu kabullenemeyişi veya baktığı halde görmek istemeyişi karşısında tutuklu kalıyorsunuz resmen. Ürünü firmaya göndermeden bir hafta serviste bekletiyorsunuz ve bir hafta sonra müşteriyi arıyorsunuz gelip ürününü alsın diye. Müşteri heyecanla yeni bir ürün almaya geliyor. Ürünü masanın üzerine koyuyorsunuz ve müşteri sevinçle bakıyor ürüne. Hemen ardından size teşekkür ediyor, yeni ürününü (aslında hiç değişmeyen ürün) alıp heyecanla uzaklaşıyor. Oysa yeni bir ürün sevincinden ürünün hiç ellenmediğini ve firmaya da gidip değişmediğini anlamıyor ama ikna oluyor memnuniyetle. Sizin takıntılı davranışı karşısındaki tutukluluğunuz bitiyor bitmesine de ya müşterinin hali ne olacak? Takıntıları yüzünden hem sizin gören gözünüzü kör etmiş, hem tutan elinizi kırmış hem de kendi gören gözünü ve vicdanını kaybetmiştir. Çünkü size güvenmemiştir ve sizin ustalığınızı kale almamıştır.
Aldığı ürün nasılsa yenidir diye düşünüp eski ürününü geri almıştır lakin farkında değildir. Sağlam olanı tekrar alıyor ama kafasında eskisi hep bozuk olarak kalmıştır bozuk olmadığı halde. Ona kalan sadece içinde bulunduğu hastalıktır bu durumda. Baktığı halde görmediği gerçek onunla birlikte gidiyor ama o bunu asla kabullenmiyor. Başka bir örnekle, yine çalışmayan bir ütü şikâyetiyle karşılaşıyorsunuz, kontrol ediyorsunuz ürün sağlam. Ama müşteri “ya bu ütü bozuk!” diye söylenip tutuklar sizi yine masa başında. Bu psikolojik durumun devam etmemesi için ütüyü söküp hiçbir işlem yapmadan geri toplarsınız. “Yaptım, ütünüz tamamdır!” dersiz ve müşteri hemen onu kabullenir gider. Oysa siz yine bir şey yapmazsınız sadece yaptım rolü oynarsınız. Çünkü ürün temiz/sağlam. Sağlam ürüne de hiçbir işlem yapılmaz. Her iki örnekte de dikkat edilmesini istediğim şudur: İkisinde de ürün sağlam olduğu halde bozuk damgası yemiştir. Her iki örnekte de ürüne hiçbir işlem yapılmadığı halde müşteri tarafından memnuniyetle karşılanıyor. Peki, ama neden? Bozuk/kirli/ kırık olmadığı halde ve bu ürünlerin doktorları/ustaları tarafından bunlara sağlam/temiz raporu yazıldığı halde neden hâlâ bu damgalar vuruluyor? Yeni bir ürün isteği için, yeni bir ürünle gelecek olan sevinç, heyecan yüzünden eski sağlam ürün neden özellikle bozuk damgasıyla atılır tamirci yüzüne? Neden sırf yeni ürün düşüncesiyle eskisine hakaret edilir? “Usandım artık bu üründen, eskisi gibi benim benliğimi/havamı ön plana çıkarmıyor!” diye bize bırakmazlar da illa bir çamur yapıştırırlar ürüne.
Halbuki böyle açık bir dille ürünü size getirip bırakırlarsa ne siz bu bıkkınlık yüzünden fazla yorulursunuz ne de müşterinin kendisi takıntılı olur. Ortada bir takıntılık durumu olmazsa karşılarında ellerindeki kontrol kalemleri ve kargaburunları tutuklu kimseler de olmaz. Eğer tamirci kontrol kalemi tutuklu kalmazsa hiç firmaya göndermeden ve boş yere söküp toplamadan, vakit kaybetmeden de ürünün sağlamlığını/temizliğini kanıtlar müşteriye. Müşteri bu davranışlarla hem kendisine zulmediyor hem de tamirciye farkında olmasa da. Çünkü heyecanla evine giderken elinde yine eski ürünü vardır e yeni ürünle yükseleceği, havasını basacağı, övünüp ön plana çıkacağı düşüncesi ona sadece bir hayal olur. Bu hayali yüzünden hem eski ürününe bozuk damgası vurup kalp kırmıştır hem de onu tedavi eden/tamir eden doktorun tecrübesine/ustalığına iftira atmıştır. İşte bu duruma şahit olduğum her an aklıma insanoğlunun hep işine geldiği gibi davranışı geliyor.
Doğru her ne olursa olsun doğruyu değil doğrunun işine gelen kısmını alıyor insan. Tıpkı bu tamir örneğinde olduğu gibi... İşine yeni ürün gelen müşteri sağlam da olsa ucuna –köşesine çamur bulaştırdığı bozuk damgası vurduğu eski üründen hemen vazgeçip parçalayabiliyor. Hemen birkaç dakika sonra da israftan bahsedince de asla bu bozuk ürünü düşünmezler. Bu durum sadece tamirde, yeni ürün sevdasında olmuyor maalesef. Yeni bir sevda ile tutuşan, üzerinde oturduğu koltuğu kimseye vermek istemeyen biz insanoğlu yanımızda duran en sağlam koltuğa tutup da düşünmeden balta sallıyoruz. Gelen yeni koltuklara da sadece biz oturalım diye etrafta hiçbir sağlam koltuk bırakmıyoruz ve yeni koltuk sevdasıyla da herkesin gözünü sadece kendimize çekip diğerlerinin sağlamlığını örtbas ediyoruz. Olur ya birileri çıkıp da “Ama diğer koltuk sağlamdı!” dediğinde ise tüm kapıları kapatıyoruz kimse bu sesi duymasın diye. Hatta ufaktan ufaktan her yere de koltuğun bozuk olduğunu yayıyoruz kimse alıp tamir etmesin veya faydalanmasın diye.
Yani kendi heva ve heveslerimiz yüzünden hep başkalarını tamirlik/hastanelik ediyoruz. Velev ki bir süre sonra tekrar ürün ile ilgili bir arıza için servise gelir de ustaya, “Daha önce bunu değiştirmiştik biz ama yine de sıkıntı çıkardı!” derseniz şayet; usta da daha önce yaptığı şeyi unutup “Hayır bu ürün hiç değişmedi, sağlamdı o şekilde de teslim ettik!” derse nasıl afallayacağınızı tahmin bile edemezsiniz! Yaptığınız haksızlık yanınıza kalır. Açıkça söylemek neden bu kadar zor? Açıkça söylemek diğer sağlam ürüne koltuğa çamur atıp parçalamaktan daha mı zor ki bu kadar kıvranıp duruyoruz ve karşındakinin tüm imkânlarını kapatıyor ve tutukluyoruz. Allah aşkına nereye gidiyoruz biz? Ne yapıyoruz, amacımız ne? Bu amaçla neden etrafı kırıp parçalıyoruz? Şu ayeti sadece Mekke’deki müşriklere mi indi zannediyoruz da bu kadar düşebiliyoruz hakkı savunmamız gereken yerde? “Onların aralarında sana kulak verir gibi yapanlar var ama akıllarını kullanmazlarsa sen hiç sağırlara işittirebilir misin? Sana bakıyormuş gibi yapanlar var ama görmüyorlarsa sen hiç körlere doğru yolu gösterebilir misin? (Yunus/42)” Velhasıl bu tamir örneğiyle anlatmak istediğim buydu.
Eğer sağır değilseniz neden bu hak çığlıklarını bu kadar yükseldiği halde duymuyorsunuz? Eğer kör değilseniz bu sağlam temiz raporları masada gözünüzün önünde durduğu halde neden görmüyorsunuz? Eğer adil iseniz neden bu şahitleri kale alıp dinlemiyorsunuz? Bozuk/kirli/hasarlı sanıp çöpe attığınız o ürünler de hiçbir problem yok. Eğer görmek istemezseniz, kabullenmezseniz arızayı üründe değil kendinizde arayın! Görmemek için ısrar edip durursanız eğer korkarım ki bozuk diye çöpe attığınız, ustasına güvenmediğiniz bu sağlam ürünlere arkanızı döndükten sonra israftan, haktan ve şahitlikten bahsetmeniz sizi cehenneme götürür. Zira Allah şöyle buyuruyor: “Siz ey imana ermiş olanlar! Niçin bir türlü söylüyorsunuz başka türlü yapıyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nazarında en tiksinti verici şeydir. ( Saff/2)”