2018-11-09 15:00:00
Filmi izlerken önce şu soruyu sordum kendime; Acaba kardeşime en son ne zaman şefkat gösterdim? İkinci soru ise bunca zorluğa ben olsam nereye kadar dayanabilirdim oldu. Üçüncü soru, dördüncü soru derken film sizi tepeden tırnağa tüm hayatınızı, ailenizi, yaşamınızı, en ufak zorlukta hemen pes edip gittiğiniz anların basitliğini ve en acısı da ufak tefek şeyler için onca kırıp döktüğünüz insanlara ne çok yazık ettiğinizi yüzünüze çarpıyor. Dahası bir kişiye, bir olaya veya karşılaştığımız bir duruma peşin hüküm vermememiz gerektiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Evet, yattığı yerden bile
Türk sinemasına hayat veren Müslüm Gürses ve filmi ‘Müslüm’den bahsediyorum. Hayatına dair bilgileri hepimiz az çok biliyorduk ama bilmediklerimiz de bu film de ortaya çıktı. Böyle bir senaryo ile karşımıza bir film çıksa bu kadarda olmaz der yerden yere vurur işin içinden çıkarız. Fakat anlatılanlar gerçek bir hayat hikâyesi olunca, insanı ister istemez etkiliyor. İşin sinematografik yanını eleştirmek haddim değil. Fakat bir oteli kapatıp, yeni yetme mankenlerle, iğrenç espriler eşliğinde, üfürükten film çevirip rekorlar kıran yapımlara, sinemamızı mahkûm etmemek adına kesinlikle izlenip destek verilmesi gereken bir filmdir Müslüm. Zaten filmdeki oyuncular, küçük yıldızlar haricinde kendisini ispat etmiş yetenekli sinemacılardan oluşunca seyir zevki kendiliğinden artıyor. Ayla filminin yönetmeni ve senaristleri de devrede olunca ortaya güzel bir iş çıkmış. İddia ediyorum bu film Ayla’nın rekorunu da geçecek. Çünkü gişede tüm zamanların en iyi ikinci haftasını yakalayarak yükselen seyirci sayısı, filmin izlendikçe tavsiye edildiği hatta bir izleyenin bir daha izlediği bir yapıta dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Gelgelelim asıl anlatmak istediğim şey bunlar değil. Bu hayatı yaşayan ustanın gösterdiği sabır ve azim günlük hayatımızda takılıp kaldığımız ufak tefek sorunlar, kin beslediğimiz kişi ve olaylar meğer ne kadarda gereksizmiş diye utandırıyor insanı. Zaten şarkılarını dinlerken aslında ne denli keder yaşadığı ve ruhu ancak böyle yara bere içinde birinin bu kadar içten anlatabilir dediğimiz adamın derinliğiyle sarsılıyorsunuz. Her şey daha da bir anlam kazanıyor. O yavaş konuşması, bazen ne dediğini unutması, yıkık halde yürümesi… Meğer adam yarımcanmış. Bir kulağı duymayan, koku duygusu bitmiş, kafatasında koruyucu bir aparatla yaşayan bir müzisyen... Bunca acı dolu hayatına rağmen hiç bunları dile getirmemiş hep saklamış ve hep te tevazu göstermiş.
Ayrıca kendinden yirmi yaş büyük biriyle evlenecek kadarda aşka inanmış. Hayatı yoksullukla geçenlerin kardeşine boş dondurma külahı aldığı sahnelerde, annesini yitirenlerin öldürülme sahnesinde, babasından şiddet görenlerin ise ne babalar varmış diyerek kendi babasına rahmet okutacak etkileyici geçişlerin birer gerçek olay olması, anlatıma güç veriyor doğrusu. Film olduğu için bir belgesel gibi Müslüm Gürses’in kendi sesinin kullanılmaması çok normal. Seçilen türkü ağırlıklı parçalar ise bence yerinde. Kadına şiddet veya alkol bağımlılığını da içeren sahnelerde mevcut, fakat yine de bunların sebebine bakınca ve filmde de bunlar anlatılınca zamanın ruhuna bırakıp, çokta sorgulayamıyor insan. En başta empati hissi uyandırıyor kişide.
Bu yüzdendir ki ferasetli toplumumuzun önemli bir kısmı onun bu acılarını tahmin etmiş, kimin ne diyeceğine aldırış etmeden, ön yargısız sevmiş ve ona hep baba diye kutsamış, bağrına basmıştı. Popüler kültürün onu sadece ilgi çekmek için kullandığı dönemlerde dahi ondan vazgeçmemiş, onun Allah vergisi sesi ve her müzik türünün üstesinden gelebildiği yeteneğini görsün istemiştir. İyi ki de böyle olmuştur. Şimdi o geniş yelpazeye taşıdığı o ulaşılmaz kariyerinin sayesinde, Türk sinemasında ilk defa bir sanatçının hayatı filme çekilmiştir. Bu film başarısıyla bir ilk olacak ve birçok biyografik filminde önünü açacaktır diye düşünüyorum. Halkın kutsadığı her şeye bön bakan malum kesimlere inat, bir şövalye gibi müziğinden taviz vermeden ve bunca yokluğa, zorluğa, travmaya rağmen sürekli daha yukarıya taşıdığı yeteneği, aynı zamanda bir azmin de öyküsü olmuştur insanlara. Şimdi instagramda paylaşım rekoru kıran popüler kültür tüketicilerine, kendinden olmayanlara da saygı göstermesini, ön yargılı olmamasını, köklerinden bu kadar kopuk davranmamasını öğütlüyor. Anti parantez, trend olan her şeyin peşinden koşup, filmden spoiler verip, sosyal medya ortamlarında hava atmaktan geri kalmadan bir de filme iğrenç arabesk yaşam, az gelişmiş yobaz güruh veya deyim yerindeyse kıro kültürü diyenlerin üstenciliğine aldırmayın.
Hatırlayın, Titanik filminde geminin en soylu ailesinin onca ihtişamına rağmen yaşamından bunalan kızını intihar etmek üzereyken yakalayan sefil genci. Ailesi bunun karşılığı olarak ona, bu elit tabakayla akşam yemeğine davet lütfederler. Geminin Balo salonunda ödünç bulduğu kıyafetle yemeğe katılan o gence sorarlar: Bu sefil hayat tarzından memnun musun, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun? Gencin cevabı müthiştir: ‘Ben daha düne kadar köprü altında yaşıyordum ama bugün, şu anda kaçak girdiğim dünyanın en lüks gemisinde sizin gibi en zengin insanlarla yemekteyim’.
Müslüm’ün hayatını yaşayan herhangi bir insan ya esrarkeş olur, ya alkolik olur ya da tüm bunlara azimle direnerek arabeskin babası olup, ona dudak bükenlere bile filmini izletir. Herkes zengin bir ailede, üst düzey entelektüel bir hayatta var olmak ister, fakat böyle en dipten başlayan hayatlarda var bu dünyada. Önemli olan o hayatın da hakkını vermek değil midir? Evet, Türkiye ölümünün üzerinden beş sene geçmiş olsa bile onu unutmuyor. O bu topraklarda yetişmiş bir Blues sanatçısıydı ya da tersinden söyleyelim, entellerin çok hoşuna giden Blues türü müzik, bu ülkede arabesk diye dinlenen müziğin ta kendisidir. Müslüm’le ölmeden önce polemik yaşayan ve bu ülkenin arabesk yavşaklığından utanıyorum diyen o çok sevgili entel sanatçılarımız ve benzerleri bu ülkede garip Müslüm kadar halkta karşılık görmüyorsa gerçekten de iğneyi önce kendilerine batırsınlar. Yani aşk acısı çekerken bir Müslüm şarkısıyla gözünden iki damla yaş dökülmesi bir yavşaklık mıdır? Sizde karşılık görmek için Anadolu topraklarında doğmak yerine ille de batıda doğmalı, Müslüm ismi yerine, ille de bir ecnebi ismimi olmalı insanın? Evrensel bir sanat türü olan müziğe bu gözle bakamayan tabiki sinemaya da o gözle bakamayacaktır…