2019-03-16 15:00:00
BÜYÜK KAPTAN, EFSANE VANSPOR’U ANLATIYOR -1-
(Hiç birimiz unutamadık ne Van’ı ne de Vanlıları)
Kimi futbolcular seyircisiyle öyle bir bağ kurar ki, yıllar geçse de asla unutulmazlar. Çünkü takımdaki misyonuyla, tribünlere verdiği bir selamıyla, yaptığı bir hareketiyle on binlerin gönlünü fethetmiştir…
İşte Beyefendi, mütevazı kişiliğiyle, Vanspor’un unutulmaz kaptanlarından Mevlüt Can’da bu profilde bir futbolcuydu. Kaptan Mevlüt, Vanspor’da sekiz sezon, 175 maçla (1992-2000) en uzun süre formasını giymiş, iki şampiyonluk yaşamış, iki kez de küme düşme hüznünü tatmış tek futbolcuydu…
Efsane kaptanla Antalya’da bir araya geldik. Kuş cıvıltıları eşliğinde, tepemize portakal yağarken sürdürdüğümüz bu samimi ve içten sohbetimizde kimi zaman gözlerimiz yaşardı, kimi zaman kahkahalarla güldük. Samimiyetin kalesi Kaptan Mevlüt, bazen kitabın ortasından konuştu, bazen de en güzel hayallerini bizimle paylaştı. Sohbetimize Van’da evlendiği eşi Tülay Hanım ve Van doğumlu oğlu Ender Mert’te katıldı. O güzel günleri anarken tekrar o yıllarda bir gezinti yaptık. Bir Vansporlu olarak merak ettiğim her şeyi, seyircimizle empati kurarak sormaya çalıştım. O da içtenlikle cevapladı…
-Kaptan ilk olarak Vanspor’a geliş hikâyeni bizimle paylaşır mısın?
1992-93 Sezonunda Sarıyer’den Vanspora ağlayarak gelmiştim… Çünkü Erzurum’dan Sarıyer spora yani 1 lige yeni transfer olmuşum, daha 18 yaşımdayım, hayallerime ulaşmışım...
Sezon başında Van’a hazırlık maçına gelmiştik. Maçta rahmetli Sami Abiyle, Allah mekânını cennet etsin, kavga ettik. Maçı izleyen Vali Mahmut Yılbaş maç sonrası Lütfü Polat’a ‘o kavgacı çocuğu Vanspor’da görmek istiyorum’ demiş. Sonra Polat 3 ay İstanbul’da peşimde dolaştı Sarıyer’de. En son baktım ki kurtuluş yok, uçuk bir fiyat söyledim. Ertesi gün dediğim rakam ödenince, ne ben sözümden cayabildim ne de onlar vazgeçtiler. Böylece geldim. Düşünsene 1 lige gitmişsin tekrar 2. Lige dönüyorsun. Önce Erzurum’a gittim oradan Van’a otobüsle dönüyorum. Kış, kıyamet derken tam 12 saat Ağrı Tutak’ta yolda kaldık. Ben yine doğuya geldim, bitmeyecek mi bu çilem diyerek ağlaya ağlaya Van’a geldim. Meğerse ömrümde bir daha yaşayamayacağım, hiç hayal bile edemeyeceğim, çok şahane 7 yıl beni bekliyormuş Van’da. Eşimle orada evlendim. Oğlumda orada doğdu, hiç birimiz unutamadık ne Van’ı ne de Vanlıları. Halen de görüşürüz. Ailecek gelirler, misafirimiz olurlar, yani Erzurum’la Van aynı kültürdeniz. Ömer Gülüştür 2000 sezonunda beni Rize’ye sattığında hanım gelmek istemedi. Benden günler sonra gelebildi. Çok zor ayrıldık Van’dan…
-Peki, 93 sezonu Play- Off öncesi ve sonrası takımda hava nasıldı? İşte sen varsın, Cevdet, Turgay, Hüseyin var. Önünüze geleni deviriyorsunuz, neydi o zamanki tılsım?
Ya şimdi sezon başı hazırlık maçı yapıyoruz, İskelespor’a bile yeniliyoruz. Kendi kendimize bu takım küme düşer diye düşünüyorduk… Daha henüz Hüseyin gelmemiş, Mehmet Çıplak (Alman Mehmet) ve Nejdet dışında transferlerin birçoğu yoktu. 2. lig 5. grup gibi Adana’nın iki takımı, Malatyaspor, Diyarbakırspor gibi en zorlu takımların bulunduğu gruptayız…
-Evet, bu zorlu grupta Adana’nın iki takımından (Adanaspor ve Adanademirspor)’dan içerde dışarda 4 maçın tümünü kazanıp 12 puan almıştık…
Yani takımda arkadaşlık vardı. Vanlı Nevzat’ta takımda oynuyordu, Sarıyer’den gelen Mevlüt’te oynuyordu. Turgay’ı da, Fevzi’si de, Hüseyin’i de forma giyiyordu…
İşte Play-off’a yükseldikten sonraki ilk maçta Van’da Sakaryaspor’a karşı 2-1 galip gelerek başladık. Dışarıdaki ikinci maçımız İstanbul’da Bakırköy maçıydı. Hocamız Enver Katip; ‘Eğer bu maçı alırsanız şampiyonuz’ demişti. Ve muhteşem seyircimizin de desteğiyle bu maçı da kazanmış Van’da da Aydınspor’u yenip üçte üç yapınca artık havaya girmiştik. 1 lige yükselmek için paranın, imkânların önemsiz olduğunu işte o zaman gördük, anladık.
- Hatırlıyorum, o dönem antrenman yapacak çim saha bile yoktu. Karayollarının lojmanlarının önündeki küçük çim sahada antrenman yapardınız.
Büyük paralar kazanılmıyordu o zaman. Yani Vanspor takımında en çok parayı alan da bendim futbolcular arasında. Fakat kimse demiyordu o çok para aldı o oynasın diye… Bir de güzel tarafı, ilk geldiğimiz seneler Van’ın çocukları Cevdet, Turgay, Nizamettin abiler, Murat, Nevzat, Fevzi… Bunlar gelenleri çok güzel misafir ettiler ya!
Hiçbir şekilde ulan Mevlüt Sarıyer’den geldi de, bizden çok para aldı da filan demediler. Tamamen memleket aşkıyla, profesyonelce bizi kucakladılar.
Onların çoğuyla maalesef zaman içerisinde takımın yolları ayrıldı ve daha sonra bayrağı ben devraldım. Takıma gelen herkes benim odama uğruyordu ve ben onlara o Vanlı abilerin bizde bıraktığı ortamı, arkadaşlığı anlatıyordum ve herkeste buna uyuyordu. Vanspor tesislerinde gelip görseydiniz, aşağı da 5 yukarı da 5 olmak üzere toplam 10-12 tane oda vardı, ikişer kişi kalırdı ama herkes yatana kadar benim odamda otururdu, büyüğü de küçüğü de...
Şimdi şöyle bir şey vardı. Yönetici, futbolcu, seyirci bütünleşmesi vardı. Ya Vali çağırır benden akıl danışırdı. Rahmetli Şevket Alpaslan, Feridun Irak bilgi alıyordu bizden. Ona göre karar alıyorduk. Geçenlerde Turgay hocayla konuştuk. Hemen hemen eski futbolcuların birçoğu takımın başına geldiniz, gittiniz, peki neden bir araya gelip bir ekip oluşturamıyorsunuz, bir birliktelik sağlayamamışsınız dedim? Yani bir Cevdet hocanın başarıları tesadüf olamaz, bu takımdan Turan çıktı süper ligler görmüş, Ziya var Kaleci Murat var, var ben varım, bir araya getirin bakalım...
Bu adamlar hocam dedim, bu takımın başına koordinatör olduğunda bu isimlerle bir araya gelmek bu kadar mı zor? Hepimiz birbirimize destek olarak bu takımı, bu şehri bir yere getirelim… İşte bu birliğin beraberliğin sağlanması lazım, yani başa kim gelirse gelsin. Feyyaz Hocayla filan olacak değil yani, mesela şimdiki hocanın yanındaki yardımcı antrenör bizim Vanspor’lu Atilla’dır. Çok severdim,
-Evet, çok fedakâr, canla başla oynardı.
Evet, onun adına çok sevindim ama Atilla’ların çoğalması lazım işte hocam…
Duyuyorum harcanan paraları, şimdiki imkânları. Yani başaramamak gerçekten düşündürücü. Bizim zamanımızda antrenman yapacağımız yeşil saha yoktu. Ben hatırlıyorum, koştuğumuz zaman biri yere düşünce kardan kaybolurduk…
-O yıllardan çok anı vardır, aklında kalan birini bizimle paylaşsan?
Ben Van’a ilk geldiğimde ilk maçım Muş deplasmanıydı. Muş'a gittik, kışın ortası. İlk yarı 1-0 önde tamamladık, golü ben attım. İkinci yarı sahaya çıkarken koridorda Cevdet abi en önde gidiyor, o an da Muş’un kulüp başkanı Cevdet’in başına silahı dayayıp ‘buradan galip gelince sahadan çıkabileceğinizi mi sanıyorsunuz’ demez mi? Tabi ben bittim, hepimiz, yav nereye geldik böyle, derken korkuyla, Cevdet abi (Uzunköprü) silahı itti. Cesaretle, bir sürü bağırdı adama ve konuşmasıyla bizi öyle bir motive etti ki o maçı 2-1 galibiyetle tamamlayıp Van’a döndük… Yine o dönemden enteresan bir olay bir deplasman dönüşü PKK yolumuzu kesmişti. Bir anda hepimiz ağlamaklı olduk…
-Evet gerçekten böyle bir şey var mı? Biz de duymuştuk…
Tabi var… İşte propagandalarını yaptılar, para istediler, yaralı arkadaşlarına tıbbi malzeme... İşte Hacı Kadir Abi var masörümüz, açıyor çantayı, yav ne vereyim diyor. Biz hep bir ağızdan yahu ver işte, tüm çantayı Allah seni bildiği gibi yapsın, hayret bir şeysin diyoruz versene şu çantayı yav... (kahkahalarla gülüyoruz).
Bir de şey vardı… Mesela bazı yöneticiler, özellikle Vanlı futbolcuların birlikteliği, bu bütünlüğün sağlandığı yerde masör Hacı Kadir’in, Yücelin, işte aşçı Dursun, Necmi’nin her sezon başı ilk gelen futbolcuya meşhur bir şakaları vardı. ‘’Şeşo’’ diye efsaneleri vardı, sen duydun mu hiç?
-Yok duymadım.
İşte hamurla makyaj yaparlardı Hacı Kadir’in yüzüne, o cüzzamlı gibi tam yemek vaktinde gelir, para ister, yardım isterdi. Bazısı odasına kaçar, bazısı korkudan para verirdi...
Şimdi bakıyorum, biri aşçı, biri yamağımız biri malzemecimiz yani birisi müdürümüz yani herkes aynı odada arkadaşça. Yani ben Rize’de oynadım Adana’da, Adana demirde oynadım ben hiç birisinde, personelin, böyle odamıza gelip oturup, böyle arkadaşlıkların olduğu hiçbir yer görmedim. İşte Van’ın güzel tarafı buydu, işte bu birliktelik sağlanmalı.
-Unutamadığın en ilginç takım arkadaşın kimdi?
Hakikaten çok arkadaş var tabi de kaleci Murat (Yiğiter) bir başkaydı. Yani deli dolu, rahatsız, kaleci yani. Onunla 8 sene oynadık çok severdim. Mesela maçta sakatlanırdı ya, kafayı direğe vurmuş ya da parmağını acıtmış. Ben gider gülerdim. Çok kızdırırdım onu. O acı içinde kıvranırken, gıcık ederdim… Bir gün Galatasaray maçında kafayı direğe vurdu. Kan da geliyor. Ben gidip hakemlerin ayağının arasından gülüyorum buna. Bu diyor ki Mevlüt’ü alın, gelmesin buraya diyor (gülüyoruz)…
2000 yılında bedelli askerlik çıktı ikimize de ben askerlik şubesinden öğrendim onun Malatya’ya çıktığını. Benimki henüz belli değildi. Oğlum dedim, devlet bile bunun farkında. Seni devlet Ankara’dan öteye göndermiyor. Askerliğin Malatya’ya çıktı, yazmışlar oraya, Ankara’dan öteye gitmesinler diye... Tabi o da yememiş, içmemiş gidip benim gideceğim yeri de öğrenmiş. Bana da Malatya çıkınca, bu sefer o da benle dalga geçmeye başladı… Askere beraber gittik, ayrı koğuşlardayız. Arası 2 km var. Yemekten sonra sözleştik, akşam görüşeceğiz. Birbirimizi 45 dakika gazinonun önünde yan yana olmamıza rağmen fark etmemişiz. Murat biriyle konusunca tanıdım sesinden, ulan neredesin bir saattir seni bekliyordum, o da bende seni bekliyorum oğlum dedi, sarıldık birbirimize. 8 sene Van’da beraber oynadık, askere de beraber gittik. Rize’ye de beraber gittik. Onun ayrı bir yeri vardı gerçekten.
-Evet, Murat Yiğiter aynı zamanda Van’dan evli. Seyirci de çok severdi, Başçavuş diye tezahürat yapardı. Ayrıca Van BŞB sporu da çalıştırdı. 2. Ligdeyken olaylı Eyüp spor maçında 1.ligin kapısından döndü takım onun döneminde.
Evet, Hacı Kadir abinin yeğeniyle evliydi. Vanspor’da benden sonra en çok oynayanlardan biridir.
- Peki, seyircinin sana tavrı nasıldı? Seyirci hakkında düşüncelerin?
Ya antrenman biterdi, herkes evine giderdi, ben anca varırdım akşama, yani ben her yerde muhabbet ederdim. Bir kere insanlar misafirperverdi, bırakmıyorlar her yerde bir ikram bir muhabbet… Yani bazı arkadaşlarla komşuyduk, hanım derdi ya herkes evinde sen neredesin bu saate kadar? Derdi. Yani halkın, seyircinin ilgisi muhteşemdi. O yıllarda 15 bin seyirciye oynuyorduk. İstanbul deplasmanlarına bile 5 binin altında seyirci gelmezdi…
Yani sana basit bir şey diyeyim, ben normalde seyircinin sesini duymazdım. Yani küfür tezahürat ama Van’dayken bütün sesleri duyuyordum. Sanki bizimle birlikte onlarda oynuyorlardı… Yani ben stada gelince simitçi tablasını bırakıp benim arabamın yanına gelip sarıldığını biliyorum. Koş simitlerini alacaklar diyordum. Boş ver, boş ver abi diyordu. Ya o simitlerini alır götürürler, yerler simitlerini orada diyorum, boş ver abi diyor. İşte böyle bütünleşmiştik seyirciyle (gözlerimiz doluyor)…
-Tabi ya, sanayide çırak haftalığını alıp maça koşardı.
Şimdi benim Van’da en çok gittiğim yer oto sanayiydi. İlk olarak Turgay abi, beni götürmüştü Muzaffer abiyle tanışmıştık. Şimdi İzmir’de. O sanayiye gittiğimde o baştan bu başa bütün dükkânlardan gelirlerdi. Biri muz alır, biri soda alır gelirdi muhabbete saatlerce. O kadar özlüyorum ki o samimiyeti o sohbeti.
Mesela benim oğlum Ender Mert, ufaktı o zaman Ayça Pastanesi Engin’in yerinde birisi sevmeye alırdı, ben gider ta Beşyol’dan alırdım oğlanı. Ve bazen yemin ederim sana, eve giderdik çocuğu eve getirilerdi ya. Ve gözüm arkamda hiç kalmazdı biliyor musun? Şu anda Antalya’da koca delikanlı olmuş, 5. kattan aşağı inince balkondan ya ben ya annesi izliyoruz. Acaba sağ salim gidecek mi geri dönecek mi diye aklımız kalıyor burada…
- Devam edecek…
BÜYÜK KAPTAN, EFSANE VANSPOR’U ANLATIYOR -2-
(Bu şerefli formayı 8 sene satmadım, o maçta da satmadım )
-Peki, Fener galibiyeti sonrasını hatırlar mısın neler yaşanmıştı?
Hatırlamam mı abiciğim, hatırlamam mı ya? Kurthan’ın son maçı… Adı çıktı o golden sonra da toparlanamadı. O gün Mehmet Başaygün hocamızdı. Galatasaray’da kalecilik yapmış, teknik bilgisi zayıftı ama çok iyi antresi vardı. Şu an gördüğün hiçbir hocada yok. Yani kara düzen. Sistem kendi bildiği sitemdi. Yani dağa, merdivene koştururdu o derece… Bize iyi de geldi. Tabi sonrasında devamı gelmedi. Fenerbahçe maçı düşünsene 95 yılıydı 22-23 sene geçmiş daha böyle kaç maç anlatılabiliyor Türkiye geneli için diyorum. Bir anlatılan 4-3’lük Fener-Galatasaray maçları bir de Van’ın Feneri yendiği maçla, 96’da Van’ın Trabzon’u yendiği maç anlatılıyor. Yani Türk futbol tarihinde başrollerde Vanspor var... Yani halen de o maçlar anlatılıyor, Trabzon maçından sonra bütün Türkiye bizi konuşuyordu, şu anki gibi denge de imkân da yoktu takımlar arasında...
-Yani Fenerbahçe maçı 3-4 sıfırlık maçtı. Yusuf karşı karşıya kalıyor dışarı vuruyor heyecandan, Büyük Sinan vuruyor, Engin zor bela çıkarıyordu. Neyse ki son dakikada da olsa maçı almıştık, adalet yerini bulmuştu. Peki, Trabzon maçını anlatır mısın?
Ceza alanını 3-4 defa geçtik ama Erkan’ın 15. dakikada attığı gol oldu. Hep bizim ceza sahasında geçti maç. Şunu bak iddia edebilirim. 96 yılındaki Trabzonspor kadrosu Türkiye liglerindeki gelmiş geçmiş bütün kadroları, hatta Galatasaray’ın UEFA’yı aldığı kadroda dâhil benim futbol yaşantımda gördüğüm Türkiye liglerindeki en iyi, en oturmuş kadroydu.
-Sohbetimizin bu dakikalarında Mevlüt’ün eşi Tülay Hanım telefonla sohbetimize katılır…
-Tülay Hanım’ın söylediklerini aynen aktarıyorum: Van’ın tüm börtü böceğini, havasını, suyunu, insanını, çok özledim. Komşularımı, dostlarımızı, hayali Van Canavarına kadar hepsini çok seviyordum. Çok şahane yıllar yaşadık Van’da. İnşallah yine bir araya geliriz, bir gün bir yerlerde. Herkese sevgi ve selamlarımı sunuyorum…
-Tülay hanıma da Vanlılar adına şunları ilettim: Bizler de sizleri seviyoruz, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler. Sizlerde o dönemlere eş, çoluk çocuk bu başarının gizli mimarları olarak o güzellikleri yaşamamıza katkı sundunuz. Bizler de sizlere şükranlarımızı sunuyoruz efendim…
Evet, bizim hatun Van hastasıdır.
-Şampiyonu değiştirdiğiniz Trabzon galibiyetine devam edelim…
Hayatımda oynadığım en zor maçtı Trabzon maçı. Şimdi bir şey söyleyeyim, o zaman Ali şen Fenerin başkanıydı ve bizim yöneticilerimizden biri (Faruk Tuncer) Ali Şen’le çok samimiydi. Ve Ali Şen, ‘sizin çocuklar puan alsın Trabzon’dan ben tüm futbolcularınıza birer milyar teşvik primi vereceğim’ diyordu telefonda. Bende varım o ortamda. Bizim yöneticilerimiz hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmıyor, çünkü zaten inanmıyorlar ki maçı kazanabileceğimize (gülüyoruz). Biz Rize’de kalıyorduk. Rize’den geleceğiz Trabzon’a, 8’de kahvaltıya kalkacak takım. İnanır mısın sabahın beşi ve herkes hala benim odamda, ne yapabileceğimizi stres içerisinde konuşuyoruz. 3 saat sonra kahvaltıya kalkacağız düşün... Yani ölüm kalım maçına çıkacağız, hocanın anlattıkları, verdiği taktikler bir tarafta kalmış biz kendi kendimizin hocası olmuşuz ne yapacağımızı düşünüyoruz sabaha karşı saat 5. O maç zaten gol olduktan sonra yani Allah’ında yardımı vardı, zaten istese o pozisyonlardan biri gol olurdu. Demek ki Trabzon olmayacakmış. Kalede Stingaciu müthiş oynadı, yani defansta arkadaşlar, orta saha… 80. Dakikadan sonra ayağıma kramplar giriyor stresten. Hakem Erol Ersoy yanıma geldi, ‘bir daha düşersen seni kırmızı kartla atarım dışarı’ diyor. İkinci kez yattım bu defa sarı kartı gösterdi ‘şimdi sedyeyle çıkıyorsun, içeri girersen seni kırmızıyla dışarı atarım’ dedi. Yani herkes şartlanmış Trabzon bir gol atsın da rahatlayalım, bu iş bitsin. Ben giremedim tabi, Ali Osman Hoca var kulübede, Arif Peçenek var, muhteşem insandı mekânı cennet olsun. Maçın sonunda Arif Hocanın omuzunu ısırmışım sevinçten, diyor ki bu nedir oğlum! Bu nedir? ısırmışsın omzumu diyor, hatırlamıyorum hocam diyorum. (gülüyoruz)
-Evet! Bizlerde aynı şekilde evlerde radyo başında aynı durumdaydık… Annem, kız kardeşim Yasin okuyordu maç böyle bitsin diye, hatta tüm Van…
Hocam sana bir şey söyleyeyim, öyle yani bizim doğu insanı maneviyata önem gösterir. Mesela bir dizi izlendiğini düşün. Ekrandakiler dizidekileri tanımıyor, dizide dense ki dua edin inan o diziyi izleyen herkesin diğer şehirlerdeki akrabaları bile o duaya katılır. Vanspor’da ben büyük maçlar öncesi radyo veya televizyonlara çıktığımda, hep taraftarlardan ‘dualarınızı bizden eksik etmeyin derdim’.
Heyecandan ne yapacağımızı bilemedik. O gün bizim yenmemiz gerekiyordu. Kümede kalma mücadelesi veriyorduk, sonraki hafta geldik zaten Beşiktaş’ı da yendik. Ardından İstanbul’la ve Denizli’yle berabere kaldık. Son hafta Fener maçında eğer puana ihtiyacımız olsaydı, inan o maçı da alırdık. Ona da iyi hazırlanmıştık. Zaten 5. dakikada benim bir şutum direkten döndü, ardından 15 dakikada Adnan’ın şutu direkte patladı. Sonra hakemin ceza alanında verdiği faulle maçı kopardılar…
-1998 sezonunda G.Antep maçı sonrası şeref tribününe forma fırlatma olayından bahseder misin?
15 sene profesyonel futbol hayatım oldu. Beni bilirler, Van da herkes bilir. G.Antep’e maçı satmaya çalıştıklarını ama ben hiçbir futbolcuya sattırmadığımı. Gece sabaha kadar tüm futbolcularla kararlar aldık benim odamda ve sabah benim doğrultuda oynayınca futbolcular tribünlerde bazı satılmış grupların bize küfrettiğini. Ve ben o gün maç bitiminde şeref tribününe Celal Doğan’ından, Valisinden oradaki tüm yetkililere fırlattım ve dedim ki bu şerefli formayı 8 sene satmadım, bu günde satmadım bunu bütün Türkiye böyle bilsin, arkadaşlarım da satmadı dedim, suratlarına fırlattım indim aşağı. Bu benim 15 sene yaptığım güzel işlere, peşimden gelecek sıkıntılarla, insanlara kendimi konuşturmak istemedim.
- Merak etme kaptan, senin ismin, yerin bizlerde muteber...
Ondan o kadar eminim ki. Allah razı olsun.
-Zaten bizlerde seyirci olarak sendeki bu misyonu görüyorduk kaptan. Hiçbir hoca da senden vazgeçemedi. Bizlerin de bir şansı imiş senin varlığın, bu önderliğin bizlere bu kadar güzelliği yaşattı.
Yani hocam, inan takımda olan bir sorunda toplantı yapardık mesela Murat’la beraber, kaşımızın kalktığını görenler bilirdi ki takımda bir ihtilal olacak. Yani ben olağanüstü hal Valisiyle bile tartışabiliyordum. Beni alsa götürse kimse sorgulayamaz ama biz onunla inandığımız doğrultuda tartışabiliyorduk. Hocayla da tartışabiliyorduk. Bakın Vanspor’da iki kez küme düştüm ben. Şenol Güneş’in Antalya’yı çalıştırdığı dönem 90+7 de hiç olmayan bir penaltı. Alican Lakot’un hakemliği bırakacağı jübile maçı, Şenol Güneş’in hemşerisi ve takım arkadaşı. Yani o zaman bizim için karar verdiler, masa başında alınan kararla küme düşürüldük. İkinci küme düşmemiz ise zaten Gülüştür’ün takımı almasıyla beraber gelen çöküşle düşmüştük. Yoksa o birlik beraberlikle bizi kimse yıkamazdı.
-Birazda Rıdvan Dilmen dönemini anlatır mısın?
Şimdi Ali Osman Renklibay’la 99 döneminde aslında çok iyi kadroyla başladık ve ilk iki maçı da mağlup olduk. Aslında 10-0 kazanabileceğimiz maçlardı ama Ali Osman Hocanın yiyeceği ekmeği Van’da oraya kadarmış.
Sezon başı kamptayız ben Rıdvan hocayı hiç tanımıyorum, bizim İsmail’i (Müderrisoğlu) aradı. İkisinin telefon diyaloğu aynen bu şekilde;
-İsmail ne yapıyorsun lan, Van’a gitmişsin’?
-Evet hocam!
-Peki, ben de gelmek istiyorum. Şimdi Van’a gelmek için pasaportla mı geleceğiz lan dedi. İsmail’de yav hocam ayıptır dedi, yav niye dalga geçiyorsun…
İşte büyük konuşmuştu Rıdvan Hoca. İki hafta geçmeden o da Van’a geldi.
-Daha Rıdvan’ın Van’a gelme durumu yoktu yani?
Evet. İsmail’le bir arkadaşlığı vardı, onun Van’a geldiğini duyunca, dalga geçme amaçlı takılıyordu yani. Ve Rıdvan hoca gelince Urartu oteline beni götür dedi İsmail. Gittik, lobide görür görmez İsmail, hemen Rıdvan hocaya lafı çaktı tabi, ‘hocam pasaportunu vize ettirdin mi’? (gülüyoruz…)
Şimdi Rıdvan hoca geldi takıma ve eski hocaların bir sistemi vardır. Hangi takıma giderse gitsinler, takımın en yaşlı, abi, o takımın gözde tecrübeli ya da sevilen topçularını kadro dışı koyma huyları vardı. Tüm eski hocalarda vardır. Şimdi de Yılmaz Vural bu ekolü sürdürüyor. Hangi takıma giderse gitsin o takımın kaptanıyla eski tabirle işte takımın papaz futbolcusunu birilerinin gözüne korku vermek için hemen kapı önüne koyar… İşte Rıdvan hoca da ilk geldiğinde bana kafayı taktı. Belli ediyor tavırlarından zaten. İşte oynatmak istemiyor falan. Bir korku salmak için bunu yapacaktı.
-Oysa sen onun değişmez kaptanı oldun
İlk başta korku salmak için bunu yapacaktı. Bir gün bir de baktım Tanju Çolak beni arıyor. Tanju da Siirt JETPA’yı çalıştırıyordu. ‘Siirt’e geliyorsun yarın’ dedi. Hayırdır hocam? Aldım seni dedi. Hocam 2. Ligden 3. Lige mi geleceğim? Dedim. Hayırdır nereden aldın? Rıdvan verdi bana seni dedi. Rıdvan Hoca’nın yanına gittim, hocam bu ne iştir dedim?
-Tanju çok ısrar etti falan ben de gönderirim dedim,
- E hocam şampiyonluğa oynuyoruz, bu takımı öyle kurduk.
-Ya işte kalmak istiyorsan kal ama gitmen senin için de iyi olur dedi.
Yani bir nevi kapıyı gösterdi. Seni oynatmayacağım da ister git, ister kal hesabı yaptı. Dört maç üst üste 10. dakikalarda beni maçtan çıkarıyordu. Yine bir deplasmana gitmiştik, hani eskiden tabelalar vardı, tabelacı bunları düzeltiyordu. Ben de dedim ki tabelacıya 8 numarayı en başa koy. O da dedi ki, ‘olur mu öyle şey’? Sırayla gider dedi. Ben de merak etme ilk 10 dakika da çıkarılacağım dedim. Nitekim 12. dakikada çıkınca tabelacının sırtını sıvazladım. Sana ne dedim baba, gördün mü dedim? Sonra kulübeye yöneldim, Rıdvan’a dedim hocam maçtan sonra önemli bir görüşme yapacağız dedim. Zaten kaleci Murat’la(Yiğiter) bana takmıştı. İkimizi birden yemek istiyordu. Ondan sonra geldi görüşmemizi yaptık. Ve tam 3 hafta sonra tekrardan o bizimle görüşme yapmak istedi. Bizden özür diledi. Dedi ki sizi bana böyle anlatmadılar, sen o ikisini göndermediğin sürece muvaffak olamazsın dediler. Onlar ikisi ayarlıyor dediler. Sonra bizden özür diledi. Ben de dedim ki hocam bak işte biz neyi ayarlıyoruz gördün, arkadaşlığı, takım ruhun, birlikteliği... Ve biz bugün halende Rıdvan Hocayla ailecek görüşüyoruz. Adımız baba oğula çıktı…
-Evet! Zaten sonrasında her maç ortalama içerde dışarda 3 gollü galibiyetlerle seriye devam ettiniz…
-Peki, Rıdvan’la çalışmanın avantajları var mıydı?
Ya Rıdvan hocayla şöyle söyleyeyim, tabi medyatik olmasının avantajı çoktu. Hem Van’a hem takıma yaradı. Fakat dezavantajı da deplasmanlarda takımları kümede kalsa, kötü de olsa sırf Rıdvan gelmiş diye ful çekerdi maçlar. Allah öyle bir ışık vermiş, çok iyi niyetlidir. Futbolcularını çok severdi, değer verir şakalaşırdı. Tabi en büyük handikabı antrenörlük tecrübesinin fazla olmamasıydı. Lakin kenar okumasıyla, futbol zekâsını birleştirdi mi dünyanın en iyisi olurdu. Bizim Vanspor’da bir sistem oturttu ki, oynarken korkuyorduk. Onun sistemi oturana kadar. Mesela diyordu ki ‘kardeşim ilk korneri ön direğe atacaksın’. Korneri ben ve Mutlu atıyorduk. Ola ki korneri arka direğe mi attım, bir bakardım 8 numara tabelası kalkmış, ben kenara alınmışım. Yani sebebi, onun dediğini yapmamak, sistemini uygulamamak.
-Evet ben de hatırlıyorum o öğrettiği korner taktiğiyle Vanspor çok maç kazanırdı. Hatta Fenerin başına geçtiğinde Vanspor onun bu korner taktiğiyle iki gol bulmuştu İstanbul’da Fener maçında değil mi?
Evet. Mesela diyordu ki, ‘rakip taç atarken pres yapacaksın, rakip topu alıp dönmeyecek’. Nitekim de takımlar çok gol yer böyle. Yani bu şekilde bir gol yedik mi, ertesi hafta o taçta pres yapmayan adamların tamamını çıkarırdı kadrodan. Enteresan huyları vardı. Daha 5. dakikada adam çıkarırdı maçtan. Yani ne gördün 5 dakikada. Bir daha ki maç biliyordun ki onun dediğini yapmazsan, seni de alacak maçtan. Yani maçı çok iyi okuyordu.
-Mesela NTV de program yaparken maç esnasında bir pozisyonda gol olur derdi ve gol olurdu ya onun gibi mi?
Sana enteresan bir şey daha anlatayım, o sene bizim şampiyon olduğumuz 99 senesi Denizli, Kayseri, biz ve Rize çekişiyoruz. Bizim içeride bir maçımız var yenmemiz gerekiyor. Tabi pazar günü, cumartesi de Denizli’de Kayseri maçı var. Yani bize tek yarar sonuç bu maçın berabere bitmesidir. Öbür türlü sonuçlar, bize rakipleri yaklaştırıyor. Beraberlikte ise 3-4 puan fark yakalıyoruz. İlk yarı Kayseri, Denizli’de 3-0 önde. Maçı tüm takım Rıdvan’la beraber izliyoruz. Kalktı gitti, geldi Rıdvan maç başladı. 60 dakika falan bana döndü, baktı dedi ki ‘Mevlüt sen namaz kılıyorsun değil mi? Evet hocam dedim. Şimdi hangi vakit? İkindi dedim. Tamam, kalk şimdi bir namazını kıl, bir de dua et maç 6-7 dakika uzasın. Niye hocam dedim? Dedi ki çünkü maç 3-3 olacak. Eğer 6-7 dakika uzarsa bu defa Denizli 4-3 maçı alacak buraya yazıyorum dedi. Düşünsene dakika 60, maç Kayserinin 3-0’lık üstünlüğüyle devam ediyordu. Yav git hocam dedik, tabi güldük falan. Neyse ben namazımı kıldım, duamı ettim ve inanır mısın maç 3-3 e geldi. Hepimiz sustuk, şaşkınlıkla Rıdvan hocaya bakıyoruz… Maç 3 dakika daha uzadı hoca kalktı gitti. Ve maç 3-3 bitti…
Devam edecek…