2019-05-22 15:00:00
Ramazandan önceki hafta Eskişehir’deydik. Okul tarafından yapılan bir gezi etkinliği çerçevesinde çocuklarla birlikte bu organizasyona ailecek katılmıştık. Başta bu geziye tereddütle yaklaşsam da, şimdi her önüme gelene şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü gittiğinize, gördüğünüze gerçekten değiyor. Büyükten küçüğe her yaştan insanın ilgisini çekecek temalar üzerinden hazırlanmış bir masal diyarında, gezintiye çıkıyorsunuz adeta…
Tabii ve doğal güzellikler açısından sınırlı destinasyona sahip Eskişehir’de, dâhice düşünülerek tasarlanmış bambaşka bir dünya. Dev bir kent parkı düşünün, bir tarafında Türkiye’nin değişik plajlarından getirilmiş kumsalıyla 300 metre uzunluğunda suni bir plaj, diğer tarafta bu iklimde bakımı ve yetiştirilmesi zor olan birbirinden güzel, renkli çiçekleriyle Japon süs kirazları, telli terbiye sistemiyle başarılı bir peyzajla yerleştirilmiş huş ağaçları, adeta biblo gibi önünüzde sağlı sollu sıralanıyor. Bozkırın, İç Anadolu’nun sert iklimine sahip bu şehre adeta deniz getirilmiş, botanik bahçesi inşa edilmiş. Etrafında çocukların ve gençlerin ilgisini çekecek kaykay pistleri, dev oyuncaklara sahip parklar, büyüklerin bile ilgisini çeken mekanik ve suyla çalışan eğlenceli aletler. Bu aletleri denemek için uzun kuyruklar oluşturan çocuklara her şey ücretsiz. Parkta olabildiğince çim alanına yer verilmiş, hem de ezdikçe daha bir gürleşen, rulo çim kullanılmış. Yani çimlere özgürce basmak, uzanıp yuvarlanmak serbest…
Gezimizin birinci durağındaki bu park, bize günün ne denli eğlenceli ve sürprizlerle dolu geçeceğinin ilk işaretiydi. Sırada Balmumu Heykel Müzesi ve Odunpazarı vardı. Bal mumu müzesine vardığımızda devasa bir insan kalabalığı bizi bekliyordu. Haftalık en az 5 bin ziyaretçi çeken müze önünde, 40 dakika kadar süren bekleyişimizin ardından içeri alındık. Kurtuluş savaşı kahramanlarından, heybetli Osmanlı Padişahlarına, Türkiye tarihinde iz bırakan siyaset adamlarından, dünya liderlerine, sanatçı ve gazetecilerden bilim insanlarına kadar, çokça tanıdık sima balmumuyla vücut bulmuş. Sevdiğiniz sanatçıyla veya siyasetçiyle selfie çekmek serbest. Bazılarında ise bağış amaçlı olarak selfieler ücretli… Müzenin çıkışında ise heykellerin nasıl yapıldığını gösteren resimler ve tabi ki Eskişehir’i bir Avrupa kenti yapan, beş dönemdir aralıksız halkın teveccühünü alan, Eskişehir B.Ş. Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in çalışmalarından karelerle karşılaşıyorsunuz. Aynı zamanda heykeltıraş olan Büyükerşen, müzede bulunan o gerçekçi balmumu heykellerin tamamının mimarı. Şehrine kazandırdığı o muhteşem parkın yanında birde el emeği, göz nuru dökerek kurduğu bu müze, adeta para basıyor. Haftalık 50 bin TL’nin üzerinde gelire sahip bu müze, kente turist çeken başlıca uğrak yeri olmanın yanı sıra muhteşem bir gelir kapısı da olmuş.
Müzenin hemen çıkışını Odunpazarına bağlamışlar ki burası Eskişehir’le özdeşleşen, kentin kimliğini gözler önüne seren, eski mimarideki yapılarla göz kamaştırıyor. O güzelim mimariye sahip sokaklarda dolaşırken, cam sanatları müzesi, şerbethane, lületaşı, sanat galerisi gibi butik tarzda oluşturulan, birçoğu ücretsiz girilen, kentin kültürünü daha yakından hissettiren atölyelerle baş başa kalıyorsunuz. Ve tabi dinlenmek için oluşturulan çay bahçeleri etrafında, kentin en tanınmış lezzetleri olan met helvası, leblebi kurabiyesi, haşhaşlı, çeşnili birbirinden lezzetli hamur ürünleri, çiğbörek vb. Bu ürünleri satan iş yerlerinde, tüm bunları ucundan azcık tadacağınız kadarı da ikram ediliyor. O yorgunluğun üzerine doğrusu ilaç gibi gelen, enerji veren bu lezzetlerden bolca tattık. Hele fırından el yakacak kadar sıcak çıkan mis gibi gevrek simitler, çayla birleşince Anadolu lezzetinde bir keyif çatıyorsunuz. Gezinin ilk kısmı damağımızdaki lezzetlerle keyif dolu biterken, rehberimiz tur otobüsünü Sazova’ya yönlendirdi. Her geçtiğimiz yerde, gördüğümüz ilgi çekici belediyecilik hizmetleri ve gelişmiş bir Avrupa kenti izlenimi, soracak çok şeyi kafamızda biriktirirken rehberimiz imdada yetişiyordu. Yanımızdan vızır vızır geçen tramvaylar, tertemiz akan Porsuk Çayı, içerisinde hizmet veren Venedik havasındaki Gondollar…
Geniş, düzenli caddelerde ilerlerken birdenbire uzaklarda dev bir stadyum ve hemen yanı başında beliren kocaman bir Masal Şatosu bizleri heyecanlandırmaya başlamıştı. Bir zamanlar Anadolu kulüplerinin lokomotifi nam-ı diğer Es Es gıpta ile baktığım şahane bir stadyuma kavuşmuş. Stadın otoparkına çektiğimiz otobüsten inip bizi masal diyarına çağıran, o dev şatoya doğru yemyeşil bir park içerisinde yol aldık. Şatoya varana kadar meğer birçok sürpriz mekân bizleri bekliyormuş. Büyük bir su parkı içinde, kocaman bir korsan gemisi. İçindeki her şey gerçeğiyle birebir modellenmiş. Kaptanın papağanından, tayfaların uyuma yerleri, erzaklar, hatta tutsakların konduğu demir parmaklıklara kadar her şey düşünülmüş. Burada bolca resim çekip eğlendikten sonra şatoya doğru yola devam ederken sol yanımızda yine bizleri merak dürtüsüyle ‘bana uğramadan geçme’ diyen Uzay Evi ve hemen yanında yer alan Bilim ve Deney Merkezi bizlere göz kırpıyor. Çocukları ve bizleri ‘içimde mistik hikâyeler var’ diyerek çağıran Şatoyu görmek arzusu, şimdilik bu mekânları ‘dönüşte uğrarız’ moduna sokuyor. Şatoya genci, yaşlısı büyük bir insan kalabalığı içerisinden ulaşmaya çalıştık. Bu parktaki her yer makul giriş ücretlerine tabi olduğundan öncelikle biletlerimizi aldık. Şato, etrafı su dolu hendek ve içi timsah maketleriyle dolu. Tıpkı masallardaki gibi zincirli bir ahşap kapı üzerinden Masal Şatosuna girdik. İçeride Pinokyo, Sindirella, Rapunzel ne ararsanız var. Selfie çeken çekene. Her okul kendi öğrencileriyle heyecan içerisinde fotoğraf çekme yarışında. Şatoyu en üst kata kadar tıpkı bir minare içerisinde dolaşır gibi döne döne gezmek mümkün... Masal diyarında yolculuğa çıkarıp, bizi çocukluğumuzun kült kahramanlarıyla buluşturan bu şatodan ayrılıp, Bilim ve Uzay merkezine doğru yol alıyoruz. Çim alanlarında sağlı sollu, sere serpe uzanmış gitar çalan gençlerin arasından merkeze ulaşıyoruz. Derken, bunca teknolojik ve masalsı temaların arasında, kareyi tamamlayan gerçek iki savaş uçağı, hepimizin ilgisini şimşek gibi üzerine çekiyordu. Heyecanlanmamak elde değil. Sürpriz içerisinde sürprizlere gark olduğumuz bu devasa parkta, şimdi de gerçek bir F-4 Fantom Jetle baş başayız. Gel de selfie çekme! Çocuklar tepeden tırnağa tüm detaylarını büyük bir merakla inceliyor, dokunuyor…
Bilim ve Deney merkezinde ise yok yok. Deprem simülatörü, fırtına simülatörü, yel değirmenleri sonsuz ayna gibi onlarca deneyim sizi bekliyor. Ünlü mucitlerin dünyayı değiştiren icatlarının birebir aynısını görüp, ne işe yaradığını öğrenip, üstelik kendiniz deneyerek onu bulan mucit gibi heyecanlanıyorsunuz.
Uzay Evinde ise özel olarak tasarlanmış büyük bir kubbe altında, gökyüzüne bakar şekilde sinema koltuklarında oturuyorsunuz. Bu kubbeye yansıtılanlarla, insanoğlunun uzayı keşfetme merakı ve Rus-Amerikan rekabetini, aya ilk ayak basan Armstrong’un gerçek görüntüleriyle, kimi zaman ürperten kimi zaman heyecanlandıran, 1 saati aşkın bir filmle bu defa ayda ve sonsuz uzayda seyahat ediyorsunuz… Daha ne olsun? İnsanda merak uyandıran bütün hisleri, bu gerçekçi temalarla deneyimliyorsunuz. Sualtı dünyası ve hayvanat bahçesine de vakit kalmadığından giremedik bile. Başkan Büyükerşen gerçekten büyük bir iş başarmış. Bozkırın ortasına deniz getirmiş, yetmemiş gemi kondurmuş, yetmemiş uçak kondurmuş, şato, uzay, teknoloji, botanik ne varsa tarihi temalarla birlikte bir turizm döngüsü yaratmış…
Turist turist diye kıvranan Van’da ise olabildiğince doğal ve tarihi güzelliğimizin yanında insanların merakını cezbedecek tek bir tematik alanımız yok. Turizmde yeni eğilim bu. İnsanlara erişemeyeceğini düşündüğü, hayal gücünün, bilinçaltının derinliklerindekini vermek. Daha önce İstanbul’da Minyatürk’le denenen, Ankara’da Harikalar Diyarıyla vücut bulan tematik parkların en büyüleyicisi Eskişehir’de başarılmış. Tabi çok paralar harcanmış. Fakat Büyükerşen parayı parke taşına, göz boyayan popülist işlere harcamamış. AB fonlarından da yararlanarak, kendi yeteneğini de kullanarak yarattığı müzeyle bu parkı, para basan bir gelir kapısına da döndürmüş. Anadolu’nun değişik şehirlerinden gelen tur otobüslerinin, organize okul gezilerinin dolup ta taştığı ve bir sirkülasyon halinde süreklilik arz eden insan akınını, bir aksaklığa mahal vermeyecek şekilde programlamış. Örneğin bir tur otobüsü Eskişehir’e girdiği ilk kavşakta, gönüllü üniversiteli genç rehberlerden biri otobüse biniyor. Bizim rehber, geçtiğimiz yerlerde gördüğümüz mekânlar hakkında bilgiler verirken bir yandan da üniversitekenti olan Eskişehir’i anlattıkça anlattı. Bir gün yetmez burayı gezmeye, tekrar gelmek gerekir diyorsunuz. Bir yandan da tam yaşanacak yermiş, ya da çocuklarım buradaki üniversitelerde okusa keşke, deyip şehrin cazibesine kendinizi kaptırıyorsunuz. Yani tercih edilen yer algısı kafanıza yerleştiriliyor…
Eh! Bizim kentimizde de cazibe şehriyiz, çekim merkeziyiz diye kendimizi inandırdığımız bir şey var. Fakat bunun içinin doldurulması lazım. Neden Van? Bunun cevabını verebilmemiz lazım. İç turizme yönelik bir hedefimiz varsa Eskişehir örneğinde olduğu gibi, insanların şehirde kalma süresini biraz daha arttırmanın yollarını bulmalıyız. Denizimiz var, gemimiz var, plajımız var ama ne kadarını bu alanda kullanabildik? İpekyolu deyince akla gelen Van’da en ufak bir iz görebiliyor muyuz bu alanda? O döneme ait bir göç kervanı, alışveriş veya panayır sahası inşa edilemez mi? Doğu deyince akla gelen bir Şahmaran teması işlenemez mi? Bunların yanında bölge şehirlerindeki okulları, tur organizasyonlarıyla bu alana çekecek bilimsel ve eğitici görsellerle cazip hale getirilemez mi? Dünyanın en büyük Urartu müzesine sahibiz. Peki, Urartu yaşantısına dair en ufak bir model var mı görüp te anlayacağımız? Sadece Urartuların ismini biliyoruz o kadar. Örneğin İranlı turist en büyük hedefimizse onlara yönelik neyimiz var hiç düşündük mü? Kendi çok renkli kültürlerine ait temalardan ne koyabiliyoruz önlerine. Örneğin Nevruz kültürüne yönelik kalkınma ajansına veya AB Fonlarına bir proje sunamaz mıyız? Velhasıl kendiliğinden turist çekebilecek Allah vergisi imkânlara sahibiz ama kul yapısı tek bir şey koyamıyoruz insanların önüne.
Sahi, iktidar partisinin birkaç seçim öncesinde vaatlerinde Van’a dair çılgın bir projesi vardı ‘Nevruz Parkı’! Ne oldu o parka acaba? İnsanın sorası geliyor…