2018-10-22 15:00:00
Sekiz yüz bin yıl sonra keşfedilen Van Gölü’ndeki ikinci balık türü, bilim dünyasının dikkatini bir kez daha Van’a çevirdi. Zaten bin bir gizem taşıyan Van Gölü suları, bu kez de misafir ettiği bu nadide canlının hikâyesiyle daha da ilgi çekici olacak. Mercan kayalıklarını andıran mikrobiyalitler üzerinde keşfedilen bu balık türü sayesinde, dünyanın en büyük mikrobiyalitlerinin de Van Gölü’nde olduğunu öğrenmiş olduk. Mikrobiyalit denen bu nadir yapılar, dünya üzerinde çok az yerde bulunuyor. Bazı bakteri ve alg gibi mikroorganizmaların fotosentez ürünleri ve de göl tabanındaki çatlaklardan sızan sudaki kalsiyum karbonat çökelmeleri vasıtasıyla oluşan mikrobiyalitler, tıpkı okyanuslardaki mercan resifleri benzeri, kendilerine özgü ekosistemler yaratıyor. Yani nasıl ki mercan resiflerinde kendine has köpek balığı, yengeç, istiridye ve bilumum mikro canlının yaşam alanıysa Van Gölü’ndeki bu mikrobiyalitlerin de buna benzer birden fazla canlı barındırması mümkün. Üstelik Van Gölü’ndeki mikrobiyalitler bu güne kadar keşfedilmişler içinde dünyanın en büyükleri. Benim fikrimce bu balığın keşfi henüz bir başlangıç…
İlk olarak 1957 yılında bahsedilen bu mikrobiyalitlerden daha sonra 1991 yılında dünyaca ünlü Nature dergisinde çıkan bilimsel makaleyle “Dünyanın bilinen en büyük mikrobiyalitleri Van Gölü’nde keşfedildi” başlığıyla yayınlanmıştır. 2013 yılında Şahika Ercümen’in rekor amaçlı Van Gölü’ndeki dalışıyla yapılan çevre keşifleri esnasında tesadüfen, bu kez genişliği 3, 4 km kareyi bulan daha geniş mikrobiyalit kolonileri bulundu. 1640 kotunda bulunan Van Gölü, bu yüksekliğiyle dalgıçlara yüksek irtifa dalışı imkânı sunmaktadır. Bir nevi gökyüzünde 1640 metreye çıkıp oradan tekrar aşağıya dalıyormuş gibi bir his sunmaktadır. Bu yönüyle ekstrem sporlara tutkun su altı dalış meraklılarına muhteşem bir ortam sunan Van Gölü, şahane su altı mikrobiyalitleriyle hem turistik hem bilimsel anlamda fırsat yaratıyor. Bu mucizevi suları gözümüz gibi koruyup, tertemiz tutmamız gerektiğini bir kez daha yüzümüze haykıran Van Gölü’nün, bu hazinelerini artık etraflıca araştırmak gerektiği de ortadadır. Bu balığın da sayesinde eğer iyi bir tanıtım yapabilirsek dünyanın birçok yerinden bilim insanlarını ve sporcuları Van’a çekebiliriz…
Urartular Van Gölü’ne ‘‘Yukarı Deniz’’ deyip kutsamışlardır. Yani onlar bizlerden çok önce bu göle 'deniz' demişlerdi. Bizlere ise ilkokuldan beri ''Van Gölü'nde canlı yaşamaz'' diye bir kolaycılık öğretilmişti. Sadece akarsuların göle döküldüğü yerlerde Van Balığı yaşar diye sanıyorduk. Şimdilerde ona kardeş bir balığın daha yaşadığını ve kim bilir belki de ondan daha eski bir canlı olduğunu öğreneceğiz. Bu harikalar denizi, dünyanın en ilginç ekosistemi olarak hem korunmaya hem araştırılmaya muhtaç!
Dünyanın en büyük mikrobiyalitlerine sahip olduğumuzu öğrendiğimize göre gölde balıkçılık yapan kişiden, taşımacılık yapan gemilere kadar hepimize büyük görevler düşmektedir. Milyonlarca yıllık oluşumlar içeren bu yapılar oldukça nadir ve kırılgan. Örneğin balık ağlarının takılmasıyla bile mikrobiyalitlerin baca şeklinde yukarı yükselen kayaçları, kolayca tahrip olabilecek kırılganlıktadır. Aynı şekilde büyük feribotların çalıştığı gölde bu alanların bir haritasının çıkartılıp gemi trafiğine kapatılması veya rotalarının değiştirilmesi sağlanabilir. Ve diğer bir önemli konu Van Canavarı gibi işi sulandırmadan, son yılların en önemli keşifleri arasına giren bu balığı da popülizme kurban etmeyip gerçek manada gölün araştırma çalışmalarını hızlandırmaktır. Tam bir açık hava laboratuvarını andıran bu sihirli sularla ilgili artık ‘Van Gölü Araştırma Enstitüsü kurulmasını’ sağlamakta bu ilin değerli bürokratlarına düşer!